Dertlerimiz çoktur, ama çaresiz değildir.
Çarelerin bulunmaması, idarecilerin milletten kopuk olmasıyla doğrudan alâkalıdır. Milleti dinleyen, onların dertlerinden haberdar olan idarecinin çare bulması çok daha kolaydır. Türkiye’yi idare edenler ne ölçüde milletle bir ve beraber olmuşsa o ölçüde dertlere çare bulabilmiştir. Yakın tarihimiz buna şahittir.
Millete hizmet etmek isteyen idareci ve siyasetçi mutlak surette vatandaşla iç içe olmalı ki onların dertlerinden haberdar olabilsin. Bir misal olması bakımından geçen yıllarda yaşadığımız bir hadiseyi nakletmek isteriz: Çayeli, Senoz Vadisi’ndeki köyümüzde tarihî ahşap bir cami bulunuyor. Haliyle caminin bakım ve onarımı için idarecilerin desteği icap ediyor. Bir defasında o günkü ilçe kaymakamını ziyaret edip köyümüze dâvet ettik. Sağ olsun, kaymakam bey dâvetimizi kabul etti ve müsait bir gün ilçe belediye başkanını da yanına alarak köyümüze geldi. Kaymakamı ‘nahiye’mizde karşılayarak köye doğru yol aldık. Bu esnada yollardaki bakımsızlıktan bahsettik ve zaten kendisi de durumu gördü. Nihayet köyümüzün girişindeki tarihî ahşap caminin önünde durduk ve camiyi gezmeye başladık. Tamamen ahşap olan tarihî cami kaymakamımızın çok dikkatini çekti ve “Bu köyde böyle bir cami var ve ilçe kaymakamı olarak benim bundan haberim yok!” diye çok hayıflandı. Sağ olsun sonrasında köy camimiz için bazı çalışmalar yapmak istedi, ama vali olarak başka illere tayin oldu ve o günkü işler öylece kaldı.
Böyle bir durumda kim haklı kim haksız? Köyleri tanımayan, ziyaret etmeyen bir idareci o ilçe için verimli çalışmalar yapabilir mi?
Yeri gelmişken yakın zamanda yaşanan benzer bir idareci yakınmasını da aktarmakta fayda var. Geçen gün bir ahbabımız anlattı: Köylerinin camisinin kapısında otururken iki misafir gelmiş. Sohbet esnasında misafirlerin ‘yayla turu’ yaptıkları ve dönüşte de oraya uğradıkları anlaşılmış. Sonradan anlaşılmış ki misafirler ilçenin önde gelen idarecileri arasında olan kişilermiş. İdareci-misafir demiş ki, “Şimdiye kadar yayla yollarının yapılmasına iyi gözle bakmıyordum. Ne de olsa yaylacılık yok, hayvancılık yapan kalmadı, israf olur diye düşünüyordum. Ama yaylaları gezip görünce bu yolların mutlaka yapılması gerektiğine kanaat getirdim. Bu sene değilse seneye inşallah yolların iyileştirilmesi için gayret göstereceğim.”
Basit gibi görünse de bu itiraf, Türkiye’deki dertlerin özünü ve temelini akla getirmiyor mu? ‘Merkez’de oturup milletin neler çektiğinden habersiz ‘reçete’ler yazanların isabetli kararlar alması mümkün olur mu? Milleti dinle, milletle konuş ki çare bulasın.
Kâğıt üzerinde varsa da uygulamada idarecilerin milletle kaynaşma, onları dinleme, fikirlerini sorma gibi bir alışkanlığı yok maalesef. En üst seviyeden başlamak üzere bütün idarecilerin milleti dinleme görevi olmalı. Bir idareci, bir vali, bir müftü, bir kaymakam veya başka bir ‘devlet temsilcisi’ mutlaka milletle iç içe olmalı.
Bu noktada müftülere büyük iş düştüğü kanaatindeyiz. Milletle kaynaşma adımlarını en başta müftüler atmak durumundadır. Köy camilerini ziyaret etmemiş bir müftü düşünülebilir mi? Diyanet İşleri Başkanlığı bu hususta bir çalışma yapmalı ve bütün müftülerin köyleri belli bir çizelgeye göre ziyaret etmesini, oradaki cemaatle tanışmasını, dertlerini dinlemesini temin etmelidir. Tabiî ki müftüler de beraberinde bazen kaymakamı, bazen millî eğitim müdürünü bazen de ilçe jandarma komutanını vs. yanında götürmeli ki devlet ve millet kaynaşması temin edilebilsin.
Bunu yapmayan hiçbir idarecinin uzun dönemde başarılı olma ihtimali yoktur, bilinsin...