Demokrasi ile Kemalizm, aralarında derin farklar bulunan iki kavramdır.
Hakiki bir Demokrasi; halkın yöneticilerini hür, adil bir seçimle belirlediği, insan hak ve hürriyetlerini, fikir, din ve vicdan hürriyetini, adaleti, hukuk üstünlüğünü, meclisi, yasama, yargı ve yürütmenin bağımsızlığını esas alan bir yönetim şeklidir.
Kemalizm ise, içinde demokrasinin olmadığı, maneviyattan tecrit edilmiş, maddeci bir yapıya bina edilen, tek kişinin görüşlerini topluma zoraki dayatan bir ideolojidir. İlim, sanayi ve teknolojide ilerlemiş, halkları sulh ve sükun içinde yaşayan devletlere bakıldığında, ideolojilerden arınmış birinci sınıf bir demokrasi ile yönetildikleri görülür.
Ülkemiz 1950 yılına kadar, 27 yıl boyunca tek partili sistemin geçerli olduğu katı Kemalist ideolojisi ile yönetilmiştir. Adaletin olmadığı, insan hak ve hürriyetleri askıya alınarak, Dersim olayında olduğu gibi zulümlerin irtikâp edildiği o dönemde savaşa girilmediği halde, halka fakirlik ve sefalet içinde bir hayat yaşatılmıştır.
Türkiye’nin 1946 yılında hür dünyanın yardımı ile demokratikleşme sürecine girmesinden sonra, Adnan Menderes ve Süleyman Demirel’in başında bulunduğu Ahrar/demokrat Misyon, 1950- 1995 arası yıllarda kesintili dönemlerde iktidar olmuştur. Onların döneminde ülkede ilim, sanayi ve tarımda önemli mesafeler kaydetmiş, toplumun refah seviyesi yükselmiştir.
Türkiye’nin demokratikleşerek kalkınmasını hazmetmeyen iç ve dış fesat odakları, ordunun Kemalist yönetim kademesini iğfal ederek 1960, 1971, 1980 ve 1997 yıllarında onlara darbe yaptırmışlar, Demokrat idareleri silâh zoru ile iktidardan düşürerek yerlerine Kemalizm’e ses çıkarmayan ve demokrat olmayan siyasî kadroları iş başına getirmişlerdir.
Aynı odaklar, 2000’lerin başında hile ve fitne oyunlarıyla demokratları devre dışı bırakıp, onların yerine demokrat olmayan, ancak Kemalizm ile barışık dindar kimlikli hâkim siyasîleri iktidara taşımışlardır. Bu siyasîlerin ülkeyi getirdikleri son durum ortadadır.
Ne yazık ki günümüzde Türkiye, görünüşte çok partinin, seçimlerin, meclisin bulunduğu, halkın yöneticilerini iradesiyle seçtiği bir demokrasi ile yönetilmektedir. Ancak Anayasa ve kanunlar ile ülkeyi idare edenlerin icraatları gerçek bir demokrasiye uyumamaktadır. Ülke, Meclisin etkisizleştirildiği, yargı, basın ve üniversitelerin siyasallaştırıldığı, her şeye tek adamın karar verdiği ve yönetmenliklerin Kemalizm’e göre hazırlanıp devreye sokulduğu garip sistemle yönetilmektedir.
Diğer bir çelişki; sağ ve sol cenahta yer alan önemli bir kesim, bir yandan demokrasiyi savunurken, diğer yandan Kemalizm’e hararetle sahip çıkmaktadır. Ne yazık ki bu durum Türkiye’yi geri bırakmakta, onun demokrasiye geçerek ilerlemesini ve kalkınmasını engellemektedir.
Son söz: Türkiye’de çoğunluk, 21. Asırda Demokrasi ile Kemalizm arasında bir seçim yapmalıdır. Ya ideolojilerden arınmış tam bir demokrasiyi tercih edip onu hayata geçirerek kalkınmış, hür toplumların ligine yükselecek, ya da demokrasinin kâğıt üstünde kaldığı, Kemalizm ve istibdatla yönetilen, fakirlik, kaos ve krizlerle çalkalanan bir toplum olmaya devam edecektir. Ahrar / Demokratlar ve sosyal demokratlara bu mevzuda çok iş düşmektedir.