6 Şubat gecesi dershanedeki kardeşler ile biraz Risale okuyup sohbet ettikten sonra yatmıştık müthiş bir sarsıntı ile uyandık.
İşte tam o andan itibaren başlayarak geçen iki haftada yaşadıklarımızı anlatmak için belki kelimeler yeterli kalmayacak.
Depremin ardından dershanede üç yıldır beraber kaldığım Ekrem kardeşin ailesinden haber alamamamız üzerine yola çıktık. İkinci depreme ise yolda yakalandık, otobüsümüz kaydı ve bir süre yol kenarında bekledik. Göksun’a geldiğimizde ise depremin etkisini ilk defa gördük.
Herkes dışarıda, her köşe başında ateş…
Otobüs şoförü yollar açılana kadar otobüsü otogara çekti. Biz de durumdan istifade hemen karda abdest alıp, namaz için otogara girdik. Farzı kılmaya başlamıştık ki artçı bir deprem oldu. Namazı bırakıp kaçmayı düşünmedik dersek yalan olur, fakat sonuç olarak namazımızı eda ettikten sonra ancak çıktık.
Ardından yeniden yola koyulduk ve normalde üç buçuk saat olan Kayseri-Maraş yolunu yedi buçuk saatte tamamladık. Maraş’a girdiğimizde ise bizleri filmleri aratmayan bir sahne karşıladı. Tüm şehir elektriksiz bir halde siyahlara gömülmüştü. Otogara vardığımızda ise yüzlerce insan bizim indiğimiz otobüse binmek için birbirlerini itip kakıyordu.
Kar, yerini yağmura bırakmıştı. Depremin üzerinden 14 saat geçmişti. Sonunda Ekrem kardeşlerin evinin bulunduğu yere geldik. Tabi yolda gelirken evin yıkıldığını öğrenmiştik. O heyecan ile biz belki bir ses alabiliriz diye enkazın etrafında bir ses almaya çalıştık fakat nafile, yağmurun sesinden birbirimizi bile duyamıyorduk.
Biz oraya vardıktan bir saat sonra İHH ve PAK geldi, yani 15. saatte. AFAD ise ancak 30. saatte enkaz alanına giriş yaptı.
Bizleri en çok şaşırtan şey ise insanların daha ilk günden marketleri yağmalamak istemesi idi. Biz bu duruma engel olduk. Erzak taşıyan tırların 36. saatte bulunduğumuz bölgeye geldi fakat bu sefer de erzaklardan kimisi birkaç tane alıyor, kimisi arabasının bagajını dolduruyordu.
AFAD 30. saatte geldi demiştim, yapılan arama çalışmaları sırasında enkazdan Risaleler çıktı. Yağmur ise yerini şiddetli bir rüzgâra bırakmıştı. Biz de ateşin başında bekliyorduk ki çıkan Risalelerden tefeül yapalım dedik. Gelen yer ise çok manidardı. Sikke-i Tasdik-i Gaybi’den “Keramet-i Gaybiye-i Gavsiyenin işârâtını teyid eden üç remiz” kısmı geldi. Biz tam bu kısmı okurken depremden 30 saat geçmişti, bu parçada ise “Otuz saat, o halde çamur içinde, ben yaralı iken hıfz-ı İlâhî ile istirahat-i kalb içinde muhafaza edildim” cümlesi ve “demek ikincisi (veehrusuhu fi külli...) ve bu cümle (kül) şedde sayılmazsa bin üç yüz kırk dört eder” cümlesi bizleri hayrete düşürdü. İkinci cümlede şaşırdığımız kısım bundan tam yüz sene önce olması ve şu senenin tarihinin bin dört yüz kırk dört olması idi.
Herkes çok bitkin düşmüştü. İki arabamız vardı ve biz sekiz kişiydik. Benzinimiz az olduğu için geceleri arabayı çalıştıramıyorduk. Hem erzakımızın hem de yerimizin sıkıntıda olmasından bir istişare ettik ve benim Kayseri’ye dönüp oradan Yasin ve hatim dağıtarak yardım etmeme karar verdik.
Ve depremin üçüncü gününde Kayseri’ye geri döndüm.