İnsanlar vefat etmeden önce çok önemli gördükleri ve yapılmasını arzu ettikleri fiillere yönelik yakınlarına vasiyet ederler.
Vasiyet bırakma işi Kur’ânî bir emirdir. Kur’ân’da Bakara, Nisa, Maide, Meryem, Şuâra ve Zariyat Sûrelerinde on bir âyette geçmektedir. Bırakılan vasiyetin yerine getirilmesi insanî bir vecibe olduğu gibi, aynı zamanda dinimizin de bir emridir.
Peygamberimiz (asm) Veda Hutbesi ile ümmetini uyarmış ve kendisinden sonra yanlış yapmamaları için faiz, miras, kadın hakları, kavmiyetçilik ve kan dâvâsı gibi konulara “Ey nas!” diyerek inanan, inanmayan ayrımı yapmadan bütün insanlığın dikkatini çekmiştir. Bediüzzaman’ın da bir otel odasında talebelerine verdiği son dersi bu nevidendir. Risale-i Nur mesleğinin, "müsbet hareket" adıyla anılmasını sağlayan muazzam ve hakikatli bir ders, bir bildiri, bir veda metni veya bir vasiyetnamedir. Risale-i Nur Talebelerine imanî, içtimaî ve siyasî meselelerde her zaman rehber olacak, yol gösterecek, pusula görevi görecek çok mühim ve çok önemli kurallar manzumesidir.
Emekli bir yüzbaşı olan Mehmet Kayalar, Diyarbakır’da ikamet ettiği yıllarda bir rüya görür. Rüyayı maddî cihad zamanı geldi şeklinde tevil ederek Üstada yazar. Üstad da cevaben “Rüyanızı tebrikle beraber, sakın yanlış anlama maddî cihad “Tabiat Risalesi’ndeki gibi küfre karşı manevî kılıçla yapılan cihaddır.” şeklinde cevap verir. O sırada Ankara’ya gelmek için Mehmet Kayalar trenden bilet almıştı. Üstad, Mehmet Kayalar’a acele Ankara’ya gelmesi için telgraf çeker, bunun üzerine Mehmet Kayalar uçak ile Ankara’ya gelir. 4 Ocak 1960 tarihinde Ankara Beyrut Palas Oteli’nde vefatından kısa bir süre önce bu dersi verir. Bu dersten yaklaşık üç ay sonrada Bediüzzaman vefat eder.
Bediüzzaman Talebelerine verdiği son derste "Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir.” ifadesiyle müsbet hareketin önemini anlatır. Müsbet hareket olumlu düşünce tarzı olup kişiyi doğru ve olumlu davranışlardan uzaklaştıran, meşgul eden her türlü menfi uğraşıdan uzak tutar. İnsanı ve insan sayesinde toplumu güzelleştiren bütün hasletlerin menba ve menşeidir. Ağaca su, insana gıdadır müsbet hareket. İman, Kur’ân dâvâsı olan Risale-i Nur’un zındıkaya yenik düşmeden başarılı ve muvaffak olmasının altındaki sır müsbet harekettir. Peygamberimiz (asm) müsbet hareket ile kız çocuğunu diri diri gömen vahşi ve bedevî bir kavimden Asr-ı Saadeti ve model insan olan sahabeyi ortaya çıkartmıştır. Bediüzzaman’ın amacı müsbet hareket ile hayatı yaşanabilen dikensiz bir gül bahçesine döndürmektir. Bunun küçük örneği Risale-i Nur Cemaatidir.
Müsbet hareketin hükümferma olmadığı yerde kin, nefret, şiddet, kavga, anarşi, terör ve kargaşa gibi menfilikler hâkim olur, uhuvvet yerini çatışmaya bırakır. Ruh huzurdan uzaklaşarak asabî bir şekilde azab içinde işkence çeker. Menfi hareket insana, aileye, toplum ve ülkelere hayatı çok ağır yaşatır, bedel ödetir, kaynak israfına sebebiyet verir. Kimsenin mal, can emniyeti yoktur. Bütün çirkinliklerin anasıdır menfi hareket. 31 Mart Vak’ası’nda Derviş Vahdet’inin menfi hareketi ile ülkeye ödettiği bedel ortadadır, unutulacak gibi değildir. Bu sebeple Bediüzzaman Talebelerini menfi hareketten uzak tutarak ruhlarından menfi hareketi söküp almıştır. Bugün ülkemizdeki huzurun mimarı Bediüzzaman ve Nur Talebeleridir.
Bediüzzaman’ın müsbet hareket konusundaki düşüncelerinin günümüzde tahakkuk ettiği görülüyor. 1950 öncesinde ve askerî ihtilâller döneminde Nur Talebeleri her türlü sıkıntıya sabır ve şükürle karşı koyarak anarşiye bulaşmadan iman hizmetine devam etmişlerdir. Bediüzzaman’ın bu düşüncesi zındıkanın oyununa gelinmesini engellemiş ve o meşum düşünceyi akim bırakmıştır, yoksa çok menfi hareketler yaşanabilirdi. Şeyh Sait hareketi veya Menemen olayı gibi…
“Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır.” bu düstur bütün peygamberlerin ve ehl-i kemalin hayatında hâkimdir. Birçok peygamber yıllarca peygamberlik yaptığı halde çok az ümmete sahip olmuş, ama Rıza-yı İlâhiyi kazanma noktasında herhangi bir sıkıntı olmamıştır. Bu noktada insanlarda herhangi bir şüphede yoktur. Bediüzzaman; İman, Kur’ân hizmetinde bir işletmedeki gibi kâr, zarar gibi sonuç odaklı düşünmemiş, yapılan hizmetlerden herhangi bir karşılık beklememiş. Şayet bunun tersi olsaydı insanlar belli bir yerden sonra bu hizmetlere devam etmezlerdi, muvaffakiyetsizlik şevk kaybına veya hayal kırıklığına sebep olur. Bediüzzaman bütün Nur Talebelerinin ruhlarına ihlâs ile Rıza-yı İlâhiye göre herhangi bir karşılık beklemeden hizmet etmeyi yerleştirmiştir. Bu düstur bütün ehl-i imanı da vartaya düşmekten kurtarmıştır.