Çünkü Cenab-ı Hak istiyor. Nereden biliyoruz? Çünkü “Vermeyi istemeseydi, istemeyi vermezdi.” 1 O halde O’ndan istemeliyiz. İstersek muhakkak ya aynıyla verecek veya daha iyisini verecektir. Öyle ki mü’minin kalbindeki “imân insanı Sâni-i Zülcelâline nispet ediyor. İmân bir intisabdır. Öyle ise, insan, imân ile insanda tezâhür eden san’at-ı İlâhiye ve nukuş-u esmâ-i Rabbâniye itibâriyle bir kıymet alır.” 2 Böyle bir kıymetli insanın duâsı da inşallah kabul edilir.
“İnsan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta (belâlara) mâruz ve hadsiz a’dânın (düşmanın) hücumuna mübtelâ ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta (sayısız ihtiyaçlara) giriftar ve nihayetsiz metâlibe (talep edilenler, istekler) muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi (yaratılışının asıl görevi), imandan sonra duâdır.” 3
İnsandaki iman “duâyı bir vesîle-i katiye olarak iktizâ ettiği (gerektirdiği); ve fıtrat-ı insaniye onu şiddetle istediği gibi, Cenâb-ı Hak dahi “Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” mealinde, 4 ferman ediyor. Hem, 5 (Bana duâ edin, size cevap vereyim.) emrediyor.” Yani, duâ etmemizi Cenab-ı Hak istiyor. O (cc) istedikten sonra duâ etmemek olur mu?
Niçin duâ etmemiz gerektiğini en güzel anlatan, rehberimiz, liderimiz, Peygamberimiz (asm) olduğunu Üstad Said Nursî şöyle ifade ediyor: “..hem öyle bir maksad, öyle bir gàye için duâ ediyor ki, insanı ve âlemi, belki bütün mahlûkatı esfel-i sâfilînden, sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan âlâ-yı illiyyîne, yani kıyamete, bekàya, ulvî vazifeye çıkarıyor.” 6
Kul olduğumuz ve kulluğun gereği de ubudiyet olduğu, ubudiyetin bir yönü de duâ olduğu için duâ ederiz.
Üstad da bunun için bizlere diyor ki: “Gururu ve enâniyeti bırak. Ulûhiyetin dergâhında acz ve zaafını istimdâd lisâniyle, fakr ve hâcâtını tazarrû ve duâ lisâniyle ilân et ve abd olduğunu göster.” 7
Dipnotlar:
1- Mektubat. 292.
2- Sözler. 281.
3- Sözler. 286.
4- Furkan. 77.
5- Mü’min Sûresi: 60.
6- Sözler. 218.
7- Sözler. 29.