İlk başta “Ahrâr-ı Osmaniye” iken, sonradan "Jöntürkler" ismini alan Yeni Osmanlılar, hareketin II. Kongresini yapmak üzere Paris'te toplandılar. Toplam üç gün sürecek olan bu kongrede önemli bazı kararlar alındı. (I. Kongre 1902’de yapıldı.) Alınan kararların başında ise, yaklaşık otuz senedir Sultan II. Abdülhamid'in başında bulunduğu Mutlâkıyet rejimi döneminde işlenen hata ve günahların İslâmiyete mal edilmemesi gerektiği şeklindeki ifadedir.
Hürriyetin ilân edilmesi, Meclis'in açılması, anayasanın yeniden yürürlüğe konulması, dolayısıyla Meşrûtî Monarşinin yeniden tesisi yönündeki fikrî kararlılığın da teyid edildiği bu kongrede, bazı fikir ayrılıkları suyüzüne çıktı.
Askerî Tıbbiye kaynaklı İttihat-Terakki Cemiyeti taraftarları, merkezî otoriteye dayalı ve gerektiğinde komitacılık faaliyetlerinin de yürütülebileceği bir metodik eğilimden yana tavır takınırken, Prens Sabahaddin Beyin temsil ettiği "Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet"çi görüştekiler ise, herşeyin açık şekilde ve şeffafiyet içinde yürütülmesi, Osmanlı'nın da bundan böyle federatif ve liberal bir yönetim şekliyle idare edilmesi gerektiği fikrini savundular.
Jöntürkler içindeki bu iki görüş, bir müddet sonra (1908'de) kesin hatlarıyla birbirinden ayrı ve farklı isimler altında partileşti: İttihat ve Terakki Fırkası ile Ahrâr-ı Osmaniye Fırkası.

Türkiye'deki siyaset, işte tâ o tarihlerden itibaren iki ana eksen üzerinde şekillenmeye başladı. Bu iki temayül, 1950'li yıllarda Halkçılar ve Demokratlar olarak kesin hatlarla belirgin bir hale geldi.
Bediüzzaman ve Ahrarlar
1865 yılına kadar gizlilik içinde yürütülen ve bu tarihten sonra da gayr-ı resmî bir cemiyet şeklinde tarih sahnesine çıkan Yeni Osmanlılar Hareketinin fikir öncüleri arasında şu isimler var: Namık Kemâl, Ziyâ Paşa, Şinâsi, Mehmed Bey, Reşad Bey, Nuri Bey, Ebüzziyâ Tevfik, Agâh Efendi ve Ali Suâvi Bey.
Avrupa'da bilâhare "Jön Türk/Fransızca: Jeunes Turcs) diye isimlendirilen bu yeni hareketin öncelikli talebi, fikir hürriyetinin sağlanması ve garanti altına alınmasıydı. Ardından, sırasıyla meşrûtiyetin ilân edilmesi, padişahın yetkilerine sınırlama getirilmesi, farklı siyasî eğilimlere fırsat tanınması, yeni bir anayasanın hazırlanması ve parlamentonun tesis edilerek buna işlerlik kazandırılmasıydı.
* * *
Bediüzzaman Said Nursî'nin tâ 1890'larda "Ahrar" diye tanıyıp tanımladığı (Bkz: Münâzarât, s. 125) Jön Türklerin ekserisi, hamiyet dâvâsında dürüst ve samimî kimselerdir.
Nursî, aynı eserinde, 1892'de Mardin taraflarında tanıma fırsatını bulduğu Yeni Osmanlılar için aynen şu ifadeyi kullanıyor: "Tâ o vakitte anladım; ekser Ahrarımız mutekîd (inançlı, itikatlı) Müslümanlardır."
Üstad Bediüzzaman'ın bu ifadesinden de anlıyoruz ki, 1908'de kurulan Ahrar-ı Osmaniye Fırkası henüz tarih sahnesine çıkmadan da, bu fikrî hareketin evveliyatını ve bir nev'î altyapısını teşkil eden Jön Türkleri/Yeni Osmanlıları "Ahrar" olarak görmüş ve öyle isimlendirmiştir.
Namık Kemâl'in hürriyeti destanlaştıran "Hürriyet Kasidesi" şiiri ile "Rüyâ" başlıklı makalesi, Üstad Bediüzzaman'ın "Hürriyete Hitap" nutukları arasında da muazzam bir mânâ ve muhteva paralelliği bulunmaktadır.
Said Nursî, buluğ çağına henüz erdiği 15–16 yaşlarında (1892?) Mardin taraflarında olduğunu ve burada iken Namık Kemâl'in "Rüyâ" isimli makalesini okuyup çokça istifade ettiğini, aynı zaman zarfında hürriyetin mânâsı ile siyasetteki "muktesit meslek/vasat yol" hakkında ciddî mâlumat sahibi olduğunu gayet açık bir sûrette beyân ediyor.
İşte kendi ifadeleri: "İnkılâptan (1908'den) on altı sene evvel, Mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zâta rast geldim. Siyâsetteki muktesit mesleği bana gösterdi. Hem, tâ o vakitte, meşhur Kemâl’in 'Rüyâ'sıyla uyandım." (Age, s. 123)