Türkiye’de cuntalar, muhtıralar ve darbeler dönemi inşallah kapanmıştır. Bütün bu mel’anetlerin siyaset sahnesinde cirit attığı hareketlenmeler, daha çok 1960-80 yılları arasındaki dönemi kapsıyor: 1960’ta 27 Mayıs Darbesi, 1971’de 9 Mart Cuntası ile 12 Mart Muhtırası ve nihayet 1980’deki 12 Eylül Darbesi…
Bunların arasında, günün tarihi vesilesiyle 9 Mart Cuntasının mahiyetini nazara vermeye çalışalım. MİT ajanı Mahir Kaynak’ın önünü kestiği ve mahkemede deşifre etmek durumunda kaldığı bu 9 Mart Madanoğlu Cuntası’nın hikâyesinden önce, 9 Mart 1971’de neler olduğunu şöyle ana başlıklar halinde sıralamaya çalışalım:
1. 19 Adalet Partili, Süleyman Demirel’in Başbakanlıktan çekilmesi için bir muhtıra hazırladı.
2. Başsavcılık, Erbakan Başkanlığındaki Millî Nizam Partisi’nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
3. Güvenlik kuvvetlerinin denetimi altındaki ODTÜ’de, Mütevelli Heyeti tarafından Akademik Konseyi’nin feshedilmesi üzerine, Rektör Erdal İnönü görevinden istifa etti.
4. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın başkanlığında toplanan Yüksek Komuta Konseyi tarafından “Olayları önlemede hükümetin yetersiz kaldığı” ifade edildi ve Başbakanın istifası istendi.
*
27 Mayıs Darbesi’nden de sâbıkalı olan Korgeneral Cemal Madanoğlu, 9 Mart 1971’de hükümet ve parlamentoya karşı bir darbe girişiminde bulundu.
Ne var ki, bu darbe teşebbüsüyle ilgili istihbarî bilgilerin hem Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’a, hem de I. Ordu Komutanı Faik Türün’e zamanında bildirilmesi sebebiyle, bu hareket daha teşebbüs safhasında iken akamete uğratıldı.
Darbe teşebbüsü 9 Mart’a göre planlandığı için, bu hareketin ismi de tarihin kayıtlarına “9 Mart Cuntası” şeklinde geçti.
*
9 Mart Cuntasını başarısız kılan en önemli faktörlerden biri de, ordu üst kademesinde âniden ortaya çıkan “12 Mart Cuntası” idi.
12 Mart 1971’de kuvvet komutanlarının siyasî iktidarı hedef alan muhtırası, hem mevcut hükümetin, hem de darbe plânlayan cuntanın sonunu getirmiş oldu:
Başbakan Süleyman Demirel, o gün hükümetin istifasını açıkladı. 9 Mart Cuntası aktörlerine ise, bilâhare göstermelik bazı cezaların verilmesiyle iktifa edildi.
12 Mart Muhtırası sonrasında, Türkiye, kapkara bir “ara rejim” dönemi yaşadı.
Muhtıracılar—medya ve Cumhurbaşkanlığı kanalıyla—hükümetin istifa etmemesi halinde, silâh zoruyla darbe yapacaklarını ve yönetime el koyacaklarını açık bir dille deklare ettiler.
Hükümet, şayet aynı gün istifa etmemiş olsaydı, Meclis iradesinin süngüleneceği ve 13 Mart 1971’de Türkiye’nin bir kanlı darbeye daha sahne olacağı kuvvetle muhtemel idi.
Süleyman Demirel, parlamento yolunu açık tutmak ve böylesi bir kanlı müdahaleye mahal vermemek için akşama doğru Cumhurbaşkanlığına istifasını sunmak durumunda kaldı.
Neden akşama doğru?
Çünkü, Başbakan ve Bakanlar Heyeti, hükümete muhtıra veren askerî cunta üyelerini emekliye sevk etme veya ordudan arttırma niyetine girdiği halde, nihaî imza sahibi olan Cumhurbaşkanına bir türlü ulaşamadı, yahut ulaşmasına imkân-fırsat verilmedi. CB Cevdet Sunay, Demirel’in saatlerce tekrarlanan telefonlarına bir türlü çıkmadı, yahut çıkartılmadı. Çaresiz, kabinenin istifası cihetine gidildi.