Darbe söylentileri yine gündemin üst sıralarında.
Adeta sıtma nöbetleri gibi, ara ara gündeme getiriliyor, bu tür söylentiler. Kimi gündem saptırmak, kimi birilerini suçlamak, kimi de kraldan çok kralcı görünmek hevesiyle aynı kuyuya su taşıyor.
Evet, geçmişte derin izler bırakan, unutulmaz acılar çektiren darbeler oldu. Bilhassa, 1960-80 arasında yaşanan darbe ve muhtıralar, millî iradeye çok ağır darbeler vurdu. Demokrasiyi can evinden hançerlemiş oldu. Dolayısıyla, ülkenin müsbet gidişatını on yıllarca sekteye uğrattı.
Ne var ki, o devirler artık geride kaldı. Büyük ölçüde tarihe gömüldü. Darbeciler de lânetle anılır oldu. Vesaire….
Zira, bu necip millet cumhuriyette karar kıldı. Hürriyet ve demokrasiyi benimsedi. Benimsediği için de ondan vazgeçmedi.
Her darbeden sonra, darbe konseylerinin bir an evvel işbaşından uzaklaşmalarını arzu etti. Bu arzusunu da, hemen her defasında sandığa yansıtmaya gayret etti.
Onun için, darbe söylentilerinin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bazılarının böyle bir niyeti varsa da, o niyet, kursaklarında kalacak bir hevesten ibarettir ancak.
Çünkü, darbeler için eskiden var olan kısmî halk desteği, yahut siyasî parti desteği büyük çapta yok olup gitti. Darbeye alkış tutanların sayısı da Kelaynaklar kadar azaldı.
Netice itibariyle, son bir buçuk asırda yaşananlar gösteriyor ki, bu vatanda cumhuriyetten de, demokrasiden de geriye dönüş yoktur. Aynı şekilde, darbelere de geçit yoktur.
Yakın tarihte yaşananlar
Demokratik cumhurî yönetimlerde, millete güvenmek, halkın iradesine saygı göstermek esastır. Demokrasinin “olmazsa olmaz” şartlarının başında, yönetim kadrosunu hür iradenin tecellisine göre şekillendirmek gelir.
O hür iradeye ne ölçüde saygı duyulur ve gereğine uyulursa, bir ülkenin demokrasisi de o ölçüde gelişir, tekâmül eder.
Türkiye’nin yakın tarihteki durumu mâlûm: Bizdeki demokrasi, 1876’dan tâ 1980’e kadar, hep düşe kalka ve ne acıdır ki süngünün ya ucunda, ya da gölgesinde kalarak yoluna devam edegeldi.
Süngüden kurtulma çabası içine düştüğü dönemlerde ise, maalesef bu kez ya medyanın taarruzuna, ya da yargının darbesine mâruz kaldı.
Bütün bunlar, evet yaşandı. Hem de yakın tarihimizde. Ne var ki, milletin demokrasi talebinden vazgeçmemesi sebebiyle, artık herkes ister istemez demokrasiye ve demokratlığa meyletti. Esasen, meyletmek mecburiyetinde kaldı. Vesaire…
Hâl ve gidişat böyle olunca da, kendini demokrasi yanlısı veya demokrat olarak gösteren herkes, hürriyetleri ve en başta hür iradeyi tehdit eden her türlü şiddet hareketini benimsemediğini, hatta karşısında durmayı en mühim ve öncelikli bir vazife olarak gördüğünü dillendirmeye yönelmiş oldu.
Şüphesiz, bu da güzel ve hayırlı bir gelişmedir. Ama, en hayırlı gelişme, vaktiyle çokça alkışlanan darbecilere bile kamu vicdanında hasıl olan ve büyük yer tutan umumî nefrettir. Halk, onların ismini cadde ve sokaklarda bile artık görmek istemez bir duruma geldi.
Bu vaziyeti asla küçümsememek lâzım. Zira, tâ 1990’lara kadar da durum bugünden bir hayli farklıydı.
***
Peki, gelinen nokta, demokrasi açısından bir mükemmellik gösteriyor mu, elbette ki hayır. Henüz büyük eksiklerimiz ve yetersizliklerimiz var. Bunları da görmek ve kabullenmek durumundayız. Görmezsek şayet, demokrasinin ruhunu zedeleyen ve içinde türlü mikropları barındıran bir yapılanmaya götürür ülkeyi.
Zira, ideal manadaki demokrasi, aynı zamanda açıklık ve şeffaflık rejimi demektir. Kimin ne gibi bir işi, gücü, harcı, zikri, fikri varsa, hepsini bu şeffaflığın içinde yapıp sürdürmesi gerekir.
Yok, böyle yapmayıp da, sürekli şekilde örtülü, maskeli ve kapalı devre usûlü bir siyaset ahlâkı ile hareket ediliyorsa, buna asla itibar da edilmez, itimat da edilmez.
***
Netice olarak denilebilir ki, her şeye rağmen, çok nâzik ve nâzenin olan demokrasi, halkımızın, milletimizin nazarında giderek güç ve erdemlik kazanarak yoluna devam ediyor. Bu da, başka türlü hesap ve beklentiler içinde olanların hevesini haliyle kursaklarına hapsediyor, hapsetmeye de devam edecek inşallah.
İşte bu kararlı ve inançlı durumdur ki, darbe taraftarlığını da zaafa uğratıp onları yeis ve ümitsizlik içinde bıraktırıyor.
Evet, Türkiye’de darbeciliğin artık tarihe karıştığını ve bugünkü dünya şartlarında darbe yapmanın adeta imkânsız hâle geldiğini söylemek pekâlâ mümkün.