Yakın tarihimizde çok az bilinen bazı mevzular ve gelişmeler var. Onlardan biri de, Demokratların Osmanlı hanedanı ve Ahrar-ı Osmaniye hareketinin fedakâr şahsiyetlerine olan alâkadarlık cihetidir.
Tabii, bu mesele reklâmdan, gösterişten, riyakârlıktan uzak bir şekilde cereyan ettiği için, çoğu kimse bilmez Demokratların bu meyandaki fedakârâne hizmet ve faaliyetlerini.
Bu yazıda, az da olsa bu meseleyi işlemeye çalışalım.
*
Kısa, yahut uzun müddet Ahrar-ı Osmaniye hareketi içinde yer almış, yahut bir şekilde destek vermiş olanlardan birkaç ismi hakkında kısa bir bilgi verelim.
1. Fikir öncüsü Prens Sabahaddin Bey: 1948’de bulunduğu İsviçre’de vefat etti. Naaşının getirtilmesi ancak 4-5 sene sonra, yani Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle (30 Haziran 1952) mümkün olabildi. Kabri, Eyüpsultan Mezarlığı’nda.
2. Sadrazam Mithat Paşa: 1877’de azledildi. İdama mahkum edildi. Taif zindanına gönderildi. Zindanda iken de boğulmak suretiyle öldürüldüğü anlaşıldı: Mayıs 1884. Paşa’nın cenazesi, uzun yıllar sonra Demokratlar tarafından Taif’ten alınarak İstanbul’a getirildi: Haziran 1951. Mezarı, Şişli’deki Hürriyet-i Ebediye Tepesinde.
3. Baş Kumandan İsmail Enver Paşa: Bu zat, hem Osmanlı Harbiye Nazırı, hem Serasker, hem Padişah Vekili, hem de Saray’a damat olan cevval ve takvâ sahibi bir şahsiyettir. 4 Ağustos 1922’de Tacikistan’ın Belçivan bölgesi yakınlarında Rus Kızıl Ordusu’yla çarpışırken şehit düştü. Yıllar sonraki bir vefat yıldönümünde, yani 4 Ağustos 1996’da naaşı Tacikistan/Çeğen Köyü’ndeki mezarından alınıp İstanbul’a getirildi.
*
Şimdi de Demokratların Osmanlı hanedanına nasıl baktığını görmeye çalışalım.
Başbakan Adnan Menderes ile Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı zıtlaşmaya sevk eden ve Menderes’i istifanın eşiğine kadar getiren mühim bazı hadiseler var. O hadiselerden biri de, iktidara geldikten iki yıl sonra, yani 16 Haziran 1952’de gerçekleştirilen bir kànun değişikliği: 3 Mart 1924’te sürgün edilen Osmanlı Hanedanına mensup bazı kimselerin, anavatanları olan Türkiye’ye gelip kalabilmelerine dair olan mesele.
Dinî itikadı kuvvetli olan Menderes, aynı zamanda Osmanlı’ya hayran bir devlet adamı olup, onlara revâ görülen haksızlığı peyderpey kaldırmak istiyordu. Başbakanlığının ikinci yılında ecdadına karşı beslediği vefa duygusunun bir eseri olarak, Osmanlı Hanedanına mensup hanımlar ile vefat etmiş şahsiyetlerin Türkiye topraklarına avdet edebilmelerini kolaylaştıran bir kànunî düzenlemeye imza attı.
*
3 Mart 1924’te Meclis’e kabul ettirilen bir kànunla, Hilâfetin kaldırılmasına ve “Hanedan-ı Osmanî”nin Türkiye Cumhuriyeti sınırları haricine çıkartılmasına karar verildi.
1924’te hudut harici edilen Osmanlı Hanedanı mensupları için, kànun metninde “Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde ikamet etmek hakkından ebediyyen men’edilmişlerdir” ifadesi yer alıyordu. Başbakan Menderes, işte bu vahşiyane “ebedî yasağın” önüne geçerek, ömrünü 28 yıla indirgedi.
16 Haziran 1952’de Meclis tarafından kabul edilen yeni kànun, Resmî Gazetede aynen şu başlıkla neşredildi: “Hilâfetin ilgasına ve Hanedan–ı Osmani’nin Türkiye Cumhuriyeti memaliki haricine çıkarılmasına dair (3 Mart 1924 tarihli) kànunun değiştirilmesi ve aynı kànuna bazı maddeler eklenmesi hakkında kânun.”
5958 sayılı bu kànunun maddeleri arasında ise, dikkate değer şu ifadeler yer alıyor: Kaldırılan Hilâfet ve Osmanlı saltanatı hanedanının padişahlar sülbünden olan erkek çocukların Türkiye’ye gelmesi yasaklanmıştır. Bunların dışında kalanlar ise gelebilirler.
İşte, 1952’den itibaren Osmanlı Hanedanına mensup hayattaki bazı hanımlar ile bir kısım vefat etmiş olanların mezarları Türkiye’ye nakledilmeye başlandı.
Türkiye’ye avdet ettikten sonra kiralık evlerde ikamet etmek mecburiyetinde kalan Osmanlı hanımlarına maddî–mânevî en büyük desteği verenlerin başında, yine Adnan Menderes gelir.