Öyle fırtınalı bir zamandayız ki, müstakim bir yol bulmak ve o yolda istikametle yürüyebilmek, hem çok önemli, hem son derece zor ve meşakkatli bir hale gelmiş.
İşte, “hadd-i vasat” diye de tâbir edilen bu çizgiyi bulma ve onda karar kılmada çekilen zorluklar sebebiyledir ki, insanların yüzde sekseni işin kolayına kaçarak ya ifrata düşüyor, ya da tefrite saplanıp gidiyor.
Oysa, insanın her iki dünya hayatı için de en mühim ve en ciddî bir meseledir bu. Esâsen, meselenin bu noktasındaki ehemmiyeti ve ciddiyeti sebebiyledir ki, Üstad Bediüzzaman, 1911’de telif etmiş olduğu ilk ilmî eseri Muhakemât’ın hemen başlarında şu hatırlatmada bulunuyor:
“Ey benim şu kitabıma im’ân-ı nazarla (dikkatli bir nazarla) nazar eden zat! Mâ’lûmun olsun, bu kitapla istediğim hizmet budur: İslâmiyette olan tarik-i müstakîmi göstermekle ehl-i tefrit olan a’dâ-yı dinin (din düşmanlarının) teşkîkâtını red ve yüzlerine vurmakla beraber; tarik-i müstakîmin öteki canibini ve sadîk-ı ahmak ünvanına lâyık olan ehl-i ifrat ve zahirperestlerin tevehhümlerini tard ve asılsızlığını göstermek ve asıl rehber-i hakikat ve âlem-i İslâmiyetin ikbal ve istikbâline yol açan ve sırat-ı müstakîmde kemâl-i ümid-i zaferle çalışan muhakkikîn-i İslâm ve âkıl sıddıklara yardım etmek ve kuvvet vermektir.”
Demek ki, Üstad Bediüzzaman’ın bu ve sâir eserleriyle yapmak istediği temel hizmetlerden biri şu üç noktada toplanıyor:
BİR: Ehl-i tefrit olan din düşmanlarının itirazlarını, inkârlarını, şek ve şüphe veren iddia ve isnatlarını, ilmî delillerle ve mantıkî izahlarla reddedip yüzlerine vurmak.
İKİ: Dindar göründüğü halde ehl-i ifrat olanlar. Bunlar, aklî muhakemeden yoksun zahirperest, yahut “sâdık ahmak” kimselerdir.
ÜÇ: İfrata tefrite düşmeden, kendini “sırat-ı müstakîm” muhafazaya çalışan “âkil sıddıklar” ve “muhakkikin-i İslâm” kimselerdir ki, istikbâldeki muzafferiyet ancak onların gayreti ve inisiyatifi ile mümkün.
Şimdi de, buradaki ölçülere temas eden, bilhassa “vasat yolu” tarif ve tahkim etmeye dair yakın tarihin bazı sayfalarına şöyle kısaca bir nazar gezdirmeye çalışalım.
Üçüncü yolun işaret taşları
Türkiye'nin son yüz yılında çatışagelen "dini siyasete âlet edenler" ile "siyaseti dinsizliğe âlet edenler"in dışında kalan, kendine has bir fikir ve yaklaşım tarzına sahip olan ayrıca bir "üçüncü yol" var ki, bunu da mutlaka nazara vermek lâzım geliyor.
İşte, bilhassa bu zamanda şu "hadd-i vasat" denilen üçüncü yolun çığırını açanlardan biri, şüphesiz Üstad Bediüzzaman ve onun eserleri ile talebeleridir... Kısa maddelerle değinmek gerekiyorsa...
BİR: İttihatçıların istibdadına muhalefet edildi. Avrupalılaşmak perdesi altında bu vatana sokulmaya çalışılan ırkçılık, ahlâksızlık ve dinsizlik zehrine karşı vargücüyle çalışıldı, mücadele edildi.
İKİ: 31 Mart Vak'ası’nda yaşanan o kanlı boğuşmanın dışında ve uzağında duruldu. İdam sehpasının önüne kadar uygulanan zalimane tahakküme rağmen, Hürriyet ve Meşrûtiyet'ten yüz çevrilmedi, bilâkis bunların müdafaasına devam edildi. Dinin kudsiyetine "maal-iftihar" sahip çıkıldı; ancak "ihtilâlcilerin isteyişi gibi" değil...
ÜÇ: 1925'teki Şeyh Said Kıyâmına da iştirak edilmedi. Kardeş kanının dökülmesine asla rıza getirilmedi. Dahilde kuvvet kullanılması fikri temelden reddedildi. Kur'ân ilmiyle dinî irşad hizmetine devam edildi.
DÖRT: Menemen Hadisesi ve Ticanîler Vak’ası’yla bir irtibat kurmak, ya da onlara benzer hadiseleri vücuda getirmek isteyenlerin sinsî gayretleri boşa çıkartıldı.
BEŞ: Bediüzzaman ve Nur Talebeleri, 1950'den evvel olduğu gibi, sonrasında da "Siyasî İslâm"ı çağrıştıracak herhangi bir hareketin içinde bulunmadı. Onca plan ve düzenbazlıklara rağmen, yine de "hadd-i vasat" çizgilerini ve "siyasetteki muktesit meslek"lerini muhafaza ettiler.
Bu çizginin dışına çıkan ve bu mesleğin haricinde iş tutanlar ise, hemen her defasında yanıldılar, dahası sayısız mâsumun hakkına girip onlara büyük zararlar verdiler.
Evet, maalesef bazan bir tek hatalı söz ile, muhakemesiz bir tek cümle ile, 20-30 yıllık birikimi tekmelemiş oldular. Mukaddes dinî değerler siyasete bulaştırıldığı için, "kavi bir ekseriyetle dine aleyhtarlık meyli"ni uyandırdılar; böylelikle, uyanan fitne odakları güçlerini birleştirip harekete geçtiler ve neredeyse 40-50 yılda ancak elde edilebilmiş olan hakları yerlebir etmeye başladılar.
Hâsılı, yüz yıl evvel olduğu gibi, metodik olarak bugün de meydanda üç ayrı görüş, üç ayrı yol var: İfrat, tefrit ve hadd-i vasat.