Kastamonu şahitlerinden Hacı Ahmet Ataklı’nın bize anlattığı son birkaç hatırayı da takdim ederek nokta koyalım.
Hacı Ahmet Efendi, Garzan Çayı kenarındaki köyünde, köylüler ve beraberimizde bulunan diğer şahitlerin huzurunda bize anlattıkları aynen aşağıdaki gibidir.
* * *
Kastamonu başkomiserlerinden “Elyakutlu Hafız Nuri” diye bilinen şahıs, Üstad Bediüzzaman’a muarızdı; ona düşmanı gibi bakardı. Çok büyük bir kin ve garaz duyardı. Her fırsatta gelip Üstadı rahatsız eder, onun kıyafetine, hatta Arabî Kurân okumasına dahi ilişirdi. Bu kişi, gûyâ hafızlık okumuş...(*)
Bir gün Hz. Bediüzzaman’ın kaldığı eve gelip hiddetle bağırmaya başladı. Duyduğum kadarıyla şunları söyledi: "Molla Said! Bakıyorum da, Arapça Kurân'ı hiç elinden düşürmüyorsun. Seni her gördüğümde böylesin. Niye Latincesini okumuyorsun? Niçin sarığı çıkartmıyorsun? Neden şapka takmıyorsun? Demek ki, sen devleti tanımıyor ve takmıyorsun. Biz de böyle davrananlara ne yapacağımızı iyi biliriz, haberin olsun.”
Üstad, ona hiçbir şey demediği halde, o bağırarak tehditli konuşmaya devam etti: “Bak, sana söylüyorum Said-i Kürdî! Böyle kafa tutmaya devam edersen, o başındaki sarığı boynuna takıp seni dışarı çıkarır, çarşıda da seni dolaştıra, dolaştıra rezil ederim!”
Üstad, ona yine cevap vermek istemedi. Komiser, bir anda hiddete geldi ve kendini tutamayıp Üstad’ın üzerine doğru yürüme tavrını takındı. Onun bu mütecaviz tavrı karşısında, elinde Kurân bulunan Hz. Üstad, şunu söyledi: "Bana karışma, benden vazgeç.”
Başkomiser, Üstad’ın oturduğu sedire doğru giderken, ayrıca şunları sıraladı: "Bize, yani devlete ve kànunlara muhalefet ediyorsun. Bütün hocalar şapka giydi, sen hâlâ sarık bağlıyorsun. Onlar Latince Kurân okuyor. Sen yine eskisi gibi. Ben senden vaz geçmem, çekip gitmem, hatta gözüne bile ilişirim.”
Hacı Ahmet Ataklı ile 1990’da köydeki evinin önünde uzun uzun sohbet ettik.
Tam Üstad’a yaklaşmış ve başındaki sarığa elini uzatacaktı ki, Hz. Bediüzzaman, benim tarif etmekten âciz kaldığım acip bir tavır takındı ve o mânâlı gözlerle Komisere şöyle bir bakarak âdeta gök gürlemesi gibi şunu haykırdı: “Dur be münafık! Sen, bana ve Kurân'a hiçbir şey yapamazsın!”
Hepimizi ürperten Hz. Üstadın o halinden ve sözlerinden sonra, Komiser Nuri âniden karnını tutarak küt diye yere düştü. Karnı öyle bir sancılandı ki, bağırmasını duyan dışarıdaki polisler de hemen içeri daldılar. Yerden kaldırıp vücudunu kontrol ettiler. Kan akmış mı, yara-bere var mı diye baktılar... Sonra “Ne oldu? Birisi mi vurdu?” diye sordular. Biz de, kimsenin ona dokunmadığını, âniden sancılanıp yere düştüğünü söyledik. Alıp hastahaneye götürdüler. Durumu ağırlaşınca Ankara’ya doğru yola çıktılar.
Yolda iki-üç defa gel-git yaşamışlar. Ankara il sınırında sancısı geçiyor; vazgeçip dönünce Kastamonu il sınırında tekrar sancılanıyor. Refakatçi polislere şunu söylemiş: “Bağırsam da beni evime götürün. Biriniz de Molla Said’e gidip ‘Hocam affedin onu’ deyiversin.” Adamı evine götürürler. Sancısı alabildiğine şiddetlenir ve kısa sürede ölür gider.
Hamal olduğum için, bir gün onların köyüne (Elyakut) kamyonla mal götürdük. Yemek ikrâmı esnasında, köylülerden şunu duydum: Başkomiser bizim vilâyette torpilimizdi, o da öldü gitti. Allah’ın evliyasına ilişince, cezasını buldu tabiî...
* * *
Hacı Ahmet Ataklı’nın anlattığı son bir hatırası da şudur: Yine bir gün, iyice eskimiş iki adet testiyi bana verdi ve şu tenbihte bulundu. “Kardaşım, bunları yüksek bir dağın başına götür. Oraya bırak, gel. Öyle bir yere bırak ki, insan, hayvan oraya ayak basmamış olsun.” Ben de götürüp aynısını yaptım.
...........................................
(*) Elyakut, Kastamonu’ya bağlı bir köyün adı. Köyün ismi, bazı kayıtlarda Holivot, Voyvoda diye de geçer. Başkomiser Hafız Nuri, aslen bu köydendir. Arkasındaki devlet+yerlilik gücüne dayanarak Üstad’ı yıldırmaya, bezdirmeye çalışıyordu.