Evet, nefs-i emmâre bir değil, ikidir. Birincisini öldürüp ondan kurtulsan bile, ikincisinden kurtulamıyorsun. Tâ âhir ömre kadar seninle dinamik halde yaşayıp seninle birlikte ölüyor.
Öyle ki, kişi sağlam bir iman ve itikada sahip olduğu halde, söz konusu ikinci, gizli ve gayet sinsî olan nefs-i emmâre, o mü’min kimseyi gayet günahkâr bir hayat olan kâfirlerin hayatını yaşamaya özendirip zorlayabiliyor.
Şüphesiz, bu hâlin pek mühim bir hikmeti var. Hizmetli hallerin en güzel izahı ise, bildiğim kadarıyla sadece Risâle-i Nur’da var. Bundan dolayıdır ki, Nur Risaleleri’ni okumamış bazı büyük veliler bile, ikinci nefs-i emmarenin mahiyetini bilmediklerinden, zaman zaman hayret ve taaccüp içinde kalmışlar; bazen de, bunalım geçirecek derecede sıkılıp daralmışlardır.
Madem ki, bu meselenin tezirli izahı Nur Risaleleri’nde var, o halde biz de o bahislere doğru fikrî manada bir seyahate çıkalım.
*
Evet, iman ve hidayet dairesi içine girenleri günah noktasında en fazla zorlayan damarın kaynağı, başta da ifade ettiğimiz gibi "ikinci nefs-i emmâre"ye gidip dayanıyor.
Birinci nefs-i emmâre, kişiyi imân ve irşad dairesine girip girmeme noktasında zorluyor. Kişiyi, içinde bulunduğu dinden-imandan soğutup dünyaya sevk etmeye, günah deryasında daldırmaya, yahut dalâlet vâdisine doğru sürüklemeye çalışıyor.
Cüz'î iradenin sarfından sonra devreye giren Cenâb-ı Hakk'ın küllî iradesiyle nefs-i emmâresini yenen ve hidâyete mazhar olan insan, bu kez ikinci bir nefs-i emmârenin daha şedit olan hile ve desiseleriyle karşı karşıya geliyor.
İşte, bu ikinci nefs-i emmâredir ki, bir mü'mini inandıklarını yaşamamaya, hatta inandıklarının tam tersi bir istikamete sevk etmeye çalışıyor.
Üstelik, silâhları daha kuvvetli, mühimmatları daha tesirlidir, bu ikinci nefs-i emmârenin...
Birinci nefs-i emmâre, imana gelip teslim olurken (mutmainne iken), bütün silâh ve edevâtını damarlarda, asablarda, sinir sisteminde yerleşik durumda olan "ikinci nefs-i emmâre"ye devredip öyle gidiyor.
Üzeri kamufleli olan bu korkunç silâh ve mühimmat ise, inanan kimsenin bünyesi içinde âhir ömre kadar varlığını muhafaza ediyor. Üstelik, çoğu kez akıl ve iradeyi bile dinlemeyerek hükmünü icra etmeye çalışıyor.
İşte, zamanımızın en dehşet verici hâlini yansıtan bu vaziyet, mü'minleri müthiş bir sıkıntı, azap ve ıztırabın cenderesine sevk ediyor.
Kişi, hayretler içinde kendi kendini sorgulamaya başlıyor: "Fesübhanallah! Ben ki, bütün iman rükünlerine inanan ve kendimi her türlü günahlardan sakınan bir insanım. Nasıl oluyor da, imansızların hayatına özeniyorum, onların din ve ahlâk dışı yaşayış tarzlarına meyletmeye çalışıyorum?"
İşte bu durum, aslında birincisinden daha şiddetli olan ikinci nefs-i emmârenin varlığından haber veriyor. Çoğu kimse, bu vakıanın farkında olmadığı veya mahiyetini bilmediği için, bocalayıp duruyor. Öyle ki, eskiden bazı büyük zâtlar dahi düştükleri bu durumdan şekvâ etmişlerdir.
İşte, aşağıda okuyacağınız iktibaslar, hem bu hususun, hem de tâ başından beri nazara vermeye çalıştığımız sıkıntının hem teşhis, hem tedâvisi noktasında muazzam bilgileri ihtivâ ediyor.
Buyrun, Nur âlemine doğru bir seyahat-ı fikriyeye birlikte çıkalım: "Bazen olur ki, nefs-i emmâre, ya levvâmeye veya mutmainneye inkılâp eder, fakat silâhlarını ve cihâzâtını âsâba devreder. Âsab ve damarlar ise, o vazifeyi âhir ömre kadar görür. Nefs-i emmâre çoktan öldüğü halde, onun âsârı yine görünür.
“Çok büyük asfiya ve evliya var ki, nüfusları mutmainne iken, nefs-i emmâreden şekvâ etmişler. Kalbleri gayet selim ve münevver iken, emrâz-ı kalbden vâveylâ etmişler. İşte bu zatlardaki, nefs-i emmâre değil, belki âsâba devredilen (ikinci) nefs-i emmârenin vazifesidir." (Mektubat: 316)
"Ben bir zaman enaniyetini bırakmış ve nefs-i emmâresi kalmamış büyük evliyadan şiddetli bir surette nefs-i emmâreden şikâyet ettiğini gördüm, hayrette kaldım. Sonra katî bildim ki: Âhir ömre kadar mücahede-i nefsiyenin sevabdar devamı için, nefs-i emmârenin ölmesi üzerine onun cihazatı damarlara ve hissiyata devredilir, mücahede devam eder." (Şuâlar: 293)
"Bu ikinci nefs-i emmârede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki onlarla ıslâh olsun ve kusurunu anlasın.
"Bu acip asırda dehşetli bir aşılamak ve şırıngayla hem hakikî, hem mecazî iki nefs-i emmâre ittifak edip öyle seyyiata, öyle günahlara severek giriyor. Kâinatı hiddete getiriyor." (Kastamonu Lâhikası: 180)
Kâinatı hiddete getirecek günahlara giren imân ehlinin, bu dehşetli vaziyetten kurtulmasının çare ve çıkış formülleri üzerinde dururken, duâ ile bize inayet edecek olan Rabbimize iltica etmeyi de unutmamalı.