"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Nurları sıradanlaştırma çabası (3)

M. Latif SALİHOĞLU
07 Şubat 2012, Salı
Sakatlık, "sadeleştirme" tâbirinden başlıyor

Risâle–i Nur'u okuyan bir kimse "Okunan bahisten benim anladığım mânâ budur" diyebilir. Altına kendi imzasını koymak şartıyla, o bahisten ne anladığını söz veya yazıyla pekâla neşredebilir.
Bunun ruhsatı vardır ve böyle yapmanın herhangi bir zararı, bir sakıncası da yoktur.
Fakat, Risâle'nin lisânına müdahale edip tahrif ettiği halde, yine de tutup "Risâle–i Nur Külliyatı"ndan diyerek, aynı Risâle ismini (meselâ "Lem'âlar" ismini) kullanıp altına da "Bediüzzaman Said Nursî" imzasını atmak sûretiyle bunu neşretme cihetine gitmek, hiçbir şekilde kabul edilebilir değil.
Hele hele, tutup bu yapılan işi bir de "sadeleştirme" diye yutturmaya çalışmak, bize göre tamamıyla çığırdan çıkmak ve haddini aşmak anlamına gelir.
Bugüne kadar Risâleleri okuyup istifade eden milyonların tasdikiyle da sabittir ki, Nur'un lisânı zaten sadedir.
Sade olduğu için feyizlidir.
Feyizli olduğu için de, tekraren okunması bıktırmıyor, usandırmıyor.
İşte, bu gibi hususiyetlerdir (sade, nurlu, feyizli...) ki, anlamayı ve anlaşılmayı da kolaylaştırıyor.
Kezâ, bu Nur lisânı—tıpkı mânâsı gibi—Doğu ilminin veya Batı fenninin tesiri altında değildir. Doğrudan doğruya feyz–i Kur'ân'ın semâsından nebeân ve âyetlerin nücûmundan, yıldızlarından inzâl edip gelmiş.
"Evet, ben Risâletü’n–Nur’un has şakirtlerini işhad ederek derim: Risâletü’n–Nur sair telifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitaplardan alınmamış. Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’-dan başka üstadı yok, Kur’ân’dan başka mercii yoktur. Telif olduğu vakit hiçbir kitap müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve semâ–i Kur’âniden ve âyâtının nücûmundan, yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor." (Birinci Şuâ, "24. Ayet" bahsi.)
Acaba, böylesi bir lisândan daha güzel, daha mûnis, daha feyizyâb, daha sâfi, daha sade bir "Türkçe lisân" var mı? Hiç olabilir mi?
O halde, Nur Risâleleri, hakikatte en safi, en sade bir lisân ile telif edilmiş demektir.
İşte, bu hakikate binanen biz dahi iddia ediyoruz ki: Böylesine "kudsî menba"lı bir lisânı bozmaya, yahut değiştirmeye yönelik bir müdahalenin adı asla ve kat'a "sadeleştirme" olmaz, olamaz.
Olsa olsa, bunun adı "tahrifat" olur ve yapılan iş basitleştirme, yahut sıradanlaştırma hesabına geçer.
Yani, Risâleler de sair kitaplar gibi bir–iki defa okunduktan sonra bir kenara bırakılsın, terk edilsin dursun, demek olur.
Demek ki, Nur'un lisânına ilişmek, o lisanı değiştirip başkalaştırmak sûretiyle "İşte Nur Risâleleri budur, Bediüzzaman'ın telifatı olan Sözler, Lem'âlar, Mektubat budur" demek başka, kendi imzasıyla bir çalışma yapmak ve "Benim Sözler'den, Lemâ'lardan anladığım budur" demek başka şeydir.
İkinci şıkka ruhsat bulunabilir; ancak, birincisine asla ve kat'a.
Risâle dilini tahrif etmenin ötesinde, ayrıca orijinal ismi bulunan bir risâleyi tutup "Risâle–i Nur Külliyatından ..... Müellifi: Bediüzzaman Said Nursî" şeklinde takdim etmek ve bütün bu müdahalelerin ismini de "sadeleştirmek" diye lanse etmeye çalışmanın ardında yatan sebepler nedir diye düşündüğümüzde, şu ihtimaller hatıra geliyor:
1) "Sadeleştirme" adı altında tahrifat yapanın bizzat kendi aklı ve kalbi sadeliğini kaybetmiş ve karışık hale gelmiştir.
2) Hakikat–i hali bilmeden işin içine girmiş (ya da itilmiş) olduğu halde, vahâmetin farkına varmadan hakikatin ruhunu incitiyordur.
3) İşin içine "enaniyet damarı" girmiş; tıpkı 5. Desise–i Şeytaniye'de ifade edildiği gibi, Risâle–i Nur'a karşı ahbap canibinden kıskançlıktan kaynaklanan gizli bir muaraza, zımnî bir muhalefet damarı depreşmiş, içerden bozmaya çalışıyor demektir. Ki, en tehlikelisinin de bu olduğu bilhassa nazara veriliyor.
4) Haricî cereyanlardan Risâle–i Nur'a karşı gizli ve örtülü bir sûikast plânı var; ancak, bu plân açıktan ve merdane bir sûrette değil, belki dost perdesi altında tatbik edilmeye çalışılıyor demektir.
Bunların dışında, daha başka menfî sebepler de söz konusu olabilir.
Buna rağmen, bazıları çıkıp şöyle bir savunmada da bulunabilirler: "Hayır, bizim gizli, ya da menfî bir niyetimiz yoktur. Risâleler daha iyi anlaşılsın diye biz bu işi yapıyoruz. Hem, siz gizli niyet okuyucusu musunuz?"
Bu tarz açıklamalarda bulunanların, eğer söylediklerinde samimi iseler, yaptıkları işin doğru olmadığını zamanla öğrenip anlayarak, bu işten muhakkak vazgeçeceklerine inanıyoruz.
Zira, bu kimseler, Risâle–i Nur'da hakiki mânâdaki "anlama ve anlaşılma"nın esasen "istifade ve istifaza"dan geçtiğini ve bunun da ancak aslına sâdık kalmakla, orijinalini muhafaza etmekle ve "aynen okumak"la mümkün olduğunu fark edip anlayacaklardır. (Bkz: Sözler, Konferans Risâlesi.)
* * *
Evet, Nur Müellifi Hz. Bediüzzaman'ın defaatle ifade ettiği gibi, Risâle–i Nur'un herkes herbir meselini tam anlamaz; fakat hissesiz de kalmaz. Anladığı kadarı, ona kâfi gelir. Tepeden zorlamaya gelmez. İsteyen kişi, kendi zorlar, gayret gösterir, daha fazlasını öğrenmeye çalışır. Bu yol zaten herkese açıktır.
Kezâ, Risâle–i Nur bir bahçe gibidir. Bir bahçenin bütün meyveleri, nimetleri yerde olmaz. Bazı meyveler yukarıda olur, yüksek dallarda bulunur. Herkesin eli yüksek dallara yetişmez. Yetişmek isteyen, gayret gösterir, ağaca tırmanır, merdiven kullanır, vesaire...
Hakiki ilim ancak bu sûretle elde edilir. Hakiki ilim, kişinin ayağına gelmez ve getirilmez. İlmin ayağına gidilir, uğraşarak, gayret ederek ilmin basamakları çıkılır.
Bunun tersini yapmak, aksini zorlamak, ilmin izzetiyle, ulviyetiyle, haysiyetiyle bağdaşmaz.
Bütün bu ulviyet ve haysiyeti ayağa düşürürcesine yapılan faaliyet ve gayretler, geri tepmeye mahkûmdur.
Risâle–i Nur gibi "ledûn ilmi"yle yazılan ve lisânen dahi Kur'ân'ın takdir ve tahsinine mazhar olan (Birinci Şuâ) eserler manzumesinin asliyetini indî mülâhazalarla değiştirmeye, tahrif etmeye, başkalaştırmaya, dejenere ile orijinalitesini bozmaya çalışmak, öncelikle bu işi yapanı sıkıntıya sokar, vicdan azabını çektirir, neticede bedbaht eder. Belki de şefkat tokadına, inat ederse daha şiddetli tokada müstehak kılar.
Bize düşen, burada hakikati izâh ile herkese dostane ve kardeşane hatırlatmada bulunmaya çalışmak.
Gerisi, Cenâb–ı Hakk'a ve herkesin kendi durumuna/derecesine göre tâbi tutulduğu imtihan sırrına kalmış.

Okunma Sayısı: 1442
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • AHMET AYDIN

    7.2.2012 00:00:00

    ALLAH EBEDEN RAZI OLSUN LATİF ABİ.RABBİM GAYRETLERİNİ ARTTIRSIN,SÜLEYMAN KÖSMENENİN TABİRİ İLE RİSALE-İ NURLAR İKİNCİ EL OLMAMALI VE OLMAYACAK İNŞAALLAH.ONA UZANAN ELLERİ RABBİM NASIL DİLERSE ÖYLE YAPSIN.AMİN

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı