"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sultan Abdülhamid ve Hareket Ordusu

M. Latif SALİHOĞLU
10 Şubat 2021, Çarşamba
Büyük masraflı “Payitaht; Abdülhamid” dizisi TRT’de devam ediyor.

Siyasî iktidar, kendini o kudretli padişahın siyasetine, başındaki lider de kendini onun şahsına nisbet ettiğine göre, Sultan II. Abdülhamid’in vefat yıl dönümünde başka gündem maddeleri bizim için abes kaçardı. Üstelik, bu durum neredeyse 15-20 senedir böyle.

O halde, biz de şimdiye kadar yazıp söylediklerimizi aynen ibraz etmek durumundayız. Buyrun.

*

Sultan II. Mahmud'un torunu ve Sultan Abdülmecid'in oğlu olarak 1842'de dünyaya gelen Sultan II. Abdülhamid, 1876 senesinde padişah oldu. Bir tevâfuk eseri olarak, 76 yaşında iken 10 Şubat 1918’de vefat etti. 

Onun tahta geçtiği 1876 senesi, Osmanlı Saltanatı açısından da son derece önemli, hatta bazı hususlarda dönüm noktası teşkil eden bir tarihtir. 

*

Sultan II. Abdülhamid, Meclis'teki bazı nahoş hallerden duyduğu rahatsızlık ve bilhassa 1877'de patlak veren "93 Harbi" sebebiyle, Meclis'i kapattı ve Meşrûtiyet sistemini askıya aldı.

Meşrûtî sistem, bütün mücadelelere rağmen, tam 30 yıl müddetle askıda kaldı. Temmuz 1908'de, Meşrûtiyet, hürriyetle birlikte yeniden ilân edildi.

Herşey yoluna girdi, herşey güzel bir seyir takip ediyor derken, âniden bir kargaşa başladı ki, bunun hakikî mahiyeti hâlâ vuzûha kavuşmuş değil.

13 Nisan 1909'da İstanbul'u kana bulayan ve sokakları, meydanları kaotik bir atmosfere döndüren "31 Mart Vak'ası", dehşet verici bir cuntacı darbeye bahane teşkil edip zemin hazırlamış oldu. "Hareket Ordusu" ismini alan ve bambaşka bir şekle bürünen Selânik merkezli 3. Ordu, gözünü tam mânâsıyla karartmış bir şekilde İstanbul üzerine yürüdü.

Bu ordunun kurmay kadrosundaki subayların tamamı Selânik kökenliydi. Meclis Başkanı Talat Paşa, bu orduya mebusların bağlılığını bildirdi ve orduyu şehir merkezine dâvet etti.

Aynı esnada sıkıyönetim ilân edildi. Askerî mahkeme kuruldu. Ahrarlar ile İttihad-ı Muhammedî mensupları tutuklanarak bu mahkemeye sevk edildi.

Neticede, mazlûmlardan onlarca kişi idam edilirken, yüzlercesi de çeşitli ağır cezalara çarptırıldı.

*

İstanbul üzerine emirsiz ve izinsiz şekilde gelen Hareket Ordusu’na karşı koymak için, Sultan Abdülhamid'in elinde yeterince asker ve mühimmat vardı.

Bilhassa, İstanbul'un ve saltanatın güvenliğini korumak için kışlalarda tutulan tâlimli Avcı Taburları ile Padişahın "Hassa Ordusu", yer yer çapul sürüsünü andıran Hareket Ordusuna rahatlıkla karşı koyabilir, onun ileri harekâtını pekâlâ durdurabilirdi.

Sultan Abdülhamid ise, kuvvetle karşı koyma yolunu tercih etmedi ve olup bitenleri adeta bir teslimiyet içinde tâkip etti. Yani, fiilî mânâda herhangi bir harekette bulunmadığı gibi, bulunma niyet ve teşebbüslerine dahi muhalefet etti. Tarih kaynaklarına ve şimdiye kadar yapılan yorumlara göre, Sultan Abdülhamid'in Hareket Ordusu’na karşı gelmemesi ve elindeki askerî kuvvetle mukabele cihetine gitmemesinin birinci ve en büyük gerekçesi şudur: "Askeri birbirine kırdırtmamak ve kardeş kanı akıtmamak..."

Oysa, saltanat ve hakimiyet gerçeği, normalde rekabet, iştirak, ortaklık, müdahale ve mukabil harekete izin vermez. Demek ki, işin içinde başka bir iş daha vardı.

Şair Rıza Tevfik, "Sultan Abdülhamid'in ruhaniyetinden istimdat" ile yazdığı o meşhûr şiirin bir kıt'asında, Hareket Ordusu’nu alkışlayanları "Deccal'a zil çalan böyle milletin" diyerek, hem bir tılsımı fâş etmiş oluyor, hem de alkışa devam edenlerin ıslâhını gayr-ı kàbil gördüğünü beyan ediyor.

Eldeki bilgiler, Sultan Abdülhamid'in Hareket Ordusu’na niçin mukabele etmediği sorusuna tatminkâr bir cevap teşkil etmediği için, bu meselenin mutlaka başka mânevî sebepleri vardır diye düşünüyoruz: Evliya derecesindeki şefkatli Sultan, Şazeli şeyhi kanalıyla aldığı manevî muhabere gereğince, Hareket Ordusu’na karşı kuvvet kullanma cihetine gitmiyor.

*

Âhirzamanın dehşetli şahısları ile kuvvet ve siyaset yoluyla mukabele edilmemesini tavsiye eden kudsî rivâyetler, diyebiliriz ki, kati’iyyet derecesinde vardır ve de sahihtir.

Nitekim, 1923'te Ankara'dan ayrılmaya karar veren Üstad Bediüzzaman, bu ayrılmanın sebebini soran yeğeni Abdurrahman'a şu cevabı veriyor: "Bak evlâdım! Kudsî rivâyetlerde, 'O dehşetli şahsın zamanına yetiştiğinizde, ona karşı kuvvetle ve siyasetle mukabele etmeyin’ diye tavsiye ediliyor. Çünkü, o bu cihetiyle galiptir, yani daha kuvvetlidir."

(Yeni Asya, 15 Ocak 2007)

Okunma Sayısı: 2306
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Hüseyin İlhan

    10.2.2021 14:15:42

    Alah razı olsun muhterem ağabeyimiz.Okuduğum kaynakalrın bşirinde merhum padişah'Ben iktidar için müslüman kanı akıttı dedirtmem,diye ifadede bulunduğuda yazılmış. Fakat bu yazınızı aziz üstadımızın ifadesi ile bütün olarak düşünüldüğünde hakikat parlıyor. Günümüz iktidarı güya o şahısa karşı sözler sarfede sarfede iktidar oldular.Fakat geldikleri nokta onun dairesi oldu.Ülkede unutulmaya yüz tutan bir şeyi cilaladılar.Etki-tepki damarını kullandırtarak(hafızlığa çalışan talebeleri malum yere urlarla götürmeleri)gelinen durum hepimizin malumudur.

  • Ali R. Yardimoglu

    10.2.2021 06:34:02

    Uslubunuza mashaAllah derim, tebrikler....

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı