İslâma düşmanlık edenler her devirde olmuştur. Hem içerden münafıkane, hem dışarıdan mütecavizane bir surette. Ankara merkezli olarak 1920’lerde kurulan yeni Türkiye’de de aynı düşmanlık hız kesmeden devam etti. Üstelik, daha da profesyonel bir şekilde.
Yeni Türkiye’de hariçten gelen düşmanlık Frengilik-Avrupailik adına, içerden ise Kemalist Türkçülük perdesi altında yapıla geldi.
*
Hakiki Müslüman bir Türk, aşırı, ırkçı, yani müfrit bir Türkçülük cereyanına dahil olmaz. İslâmiyetin buna cevaz vermediğini bilir, taraftar olmaz.
Bunu bilen müfsitler, Türkçülük cereyanını aktif ve yaygın hale getirmek için, bu yöndeki işleri Türk olmayanların eliyle yaptırmaya çalıştılar.
İttihat-Terakki hükümetleri döneminde bu yola tevessül edildiği gibi, Cumhuriyetin bilhassa ilk hükûmetleri döneminde de aynı politikaları belirgin şekilde uygulamaya koymuşlardır. Misâl: Ziya Gökalp, Abdullah Cevdet, Yusuf Akçura, Gaspıralı İsmail, Vasıf Çınar, Agop Dilaçar, Cemal Kutay gibi meşhurların hiçbiri hakiki Türk olmadığı halde, Türkçülük veya “Atatürk milliyetçiliği” kulvarında at koşturmaktan geri durmamışlardır.
İşte, bunlardan biri olan Yusuf Akçura, 12 Nisan 1931’de mühim bir teşkilatın başına getirildi.
Şöyle ki: Mustafa Kemal’in emriyle Türk Ocaklarının kapatılmasından iki hafta sonra, yani 12 Nisan 1931’de toplanan bir heyet tarafından, merkezi Ankara’da olmak üzere “Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti” teşkil olundu. Cemiyetin kurucuları arasında yer alan Yusuf Akçura, bir yıl sonra (8 Nisan 1932) bu cemiyetin başkanlığına getirildi. Öldüğü tarihe (11 Mart 1935) kadar da bu görevde kaldı.
Yaptığımız araştırmada, Rusya (Simbir/Olyanovski) doğumlu olan Akçura’nın, baba tarafından Tatar, anne tarafından Yahudi olduğuna dair bilgilere rastladık.
Babası ölünce annesiyle birlikte İstanbul’a gelip yerleşiyor. Zaman zaman Rusya’ya gidip gelen hatta Bolşevik İhtilâlinden kısa bir süre önce Avrupa’da Lenin ile de görüşen Akçura’nın Rusya’daki ismi Yosif/Josif Aqçura’dır.
*
Akçura’nın Türkiye’de yaptığı ilk faaliyet ırkçılık mânâsındaki “Türkçülük” olmuştur. Akrabası olan ve İstanbul’da ilk kadın dergisini çıkaran Gaspıralı İsmail’in de Rusya’dan Türkiye’ye gelmesiyle birlikte, müştereken Türkçülük faaliyetine hız verdilerr. Türk Yurdu (1911) ve Türk Ocağı’na (1912) dair yayın ve teşekküllerde aktif rol oynadılar.
1918 yılı sonlarında İstanbul’da kurulan Kürt Teâli Cemiyetinin kurucu üyesi ve bu hareketin fikir öncülerinden biri olan Celadet Bedirhan, hatıralarında kendisinin ve arkadaşlarının en çok Yusuf Akçura’dan aksülâmel, yani reaksiyoner bir şekilde etkilendiğini söylüyor ve Türk Ocağının faaliyetleri hakkında şunları yazıyor: “Bu ocaklar, kendileri için Türkçü yetiştirdiği kadar, bize de Kürtçü yetiştirdi. Kendimiz elli sene uğraşsaydık, yine de bu kadar Kürtçüyü harekete geçirip de bir araya getiremezdik.” (M. Kemal’e Mektup, 1933)
Yusuf Akçura, 1923 seçimlerinde CHP milletvekili oldu. Uzun yıllar üniversitelerde siyasî tarih dersleri verdi. Türk tarihi hakkında ortaya yeni tezler attı. 1931’den sonra bu tezlerin adeta lokomotifi rolünde çalıştı. Türk tarihinin bilhassa “İslâmdan önceki” kısmını ön plâna çıkartmaya çalıştı. Öldüğü tarih olan 11 Mart 1935’e kadar, hem TTK Başkanlığı, milletvekilliği görevini birlikte yürüttü.
*
Çarpıcı bir başka örnekle konuyu toparlamaya çalışalım.
Türk Tarih Kurumunun Akçura’ya emanet edildiği aynı 1930’lu yıllarda, gariptir ki Türk Dili Kurumunun başına da Ermeni asıllı Agop Martayan getirildi. Sonradan “Dilaçar” soyadı verilen TDK Genel Sekreteri Agop Martayan, Güneş Dil Teorisinin sahibi olup, öldüğü 1979 yılına kadar da Türk Dil Derneğinin başkanlığını yaptı.
Agop ile Josif, her ne kadar “Ne mutlu Türk’üm diyene” ortak paydasında buluşmuş veya alkışlamış olsalar da, aralarında herhangi bir din, dil ve milliyet birliği yoktur. Türkçülüğü ise maske ve paravan olarak kullanmışlardır.