Kur’ân bu kâinatı yaratan celâl sahibi Allah’ın kelâmı olarak onun büyük Rububiyet mertebelerinden çıkarak, umum mertebeleri üstünde. O mertebelere çıkanları irşat ederek, yetmiş bin perdelerden geçerek o perdelere bakıp nurlandırıyor. Anlayış zekâ yönünde muhtelif binler tabaka muhataplara feyzini tattırıp ve nurunu neşrediyor. Asırlar boyunca yaşamış insanlara hitap ediyor.
Tazeliğini ve gençliğini koruyor. Anlayışları farklı tabakalardaki insanlara ders verip ikna ediyor. Dikkatle bakıldığında muhtelif derecedeki insanların akıllarını ve kalplerini, verdiği derslerle doyuruyor.
İşte bu Kur’ân’ın mu’ciznüma (mu’cize gibi) bir kitap olduğunu gösteriyor.
Elhasıl nasıl ‘’Elhamdulillah’’gibi bir Kur’ân lâfzı okunduğu zaman dağın kulağı olan mağarasını doldurduğu gibi, aynı lâfız sineğin küçücük kulakçığında tamamen yerleşir. Aynı şekilde Kur’ân’ın manaları dağ gibi akılları tatmin ettiği gibi sinek gibi küçücük basit akılları aynı sözlerle tatmin eder. Çünkü Kur’ân bütün insanları ve cinleri imana dâvet eder. Hem umumuna iman ilimlerini talim eder, ispat eder. Öyle ise avamın en ümmisi yüksek tabakanın en haslarına omuz omuza diz dize verip beraber, Kur’ân dersini dinleyip istifade ederler.
Kur’ân-ı Kerîm öyle bir semavî sofradır ki binler çeşit tabakada fikirler, akıllar, kalpler, ruhlar o sofradan gıdalarını buluyorlar, iştihalarını alıyorlar.
Arzuları yerine geliyor. Hatta Kur’ân’ın pek çok kapalı olan yerleri de istikbalde geleceklere bırakılmıştır. Bu manada Kur’ân baştan sona bütün asırların istifadelerine açık manaları içerisinde taşıyan mu’cize bir kitaptır.