Muharrem dünyaya geldiğinde babası Halil’in yüreğinin derinliklerinde bir umut yeşerir.
Halil’in ertelenmiş hayalleri yeni doğan oğlu Muharrem’in üzerinden hayata yeniden merhaba dedi. Böylece Muharrem; Halil’in kurumuş, çürümüş ümit ve hayallerini yeniden yeşertti. El bebek gül bebek büyüyen Muharrem’in okul yaşı gelince babası Halil şehrin bütün okullarını dolaştı ve ona en iyi öğretmeni buldu. Okula kaydını yaptı ve her gün onu okula getirip götürdü. Derslerini yakından takip etti ve sınıfın en iyi öğrencisi olması için gecesini gündüze kattı.
Halil okuyamadığı okulları, seçemediği mesleği, kazanamadığı paraları bundan böyle oğlu Muharrem ile kazanacaktı. Ulaşamadığı hayallerini ve ölen ümidini oğlu Muharrem diriltecekti. Böylece Muharrem Halil’in hayatının birinci ve tek gayesi oldu. Muharrem’in doğumu ile hayat, Halil’e ikinci bir fırsat ikram edilmişti. Böylece Halil oğlu Muharrem ile hayata yeniden bağlanmıştı.
Muharrem’in hayat basamaklarından rahat çıkması için yüreğini ona merdiven yaptı. Halil, Muharrem’e karşı öyle sevgi ve şefkat besledi ki ona bir türlü doyamadı. Bu sevgi öyle bir hal aldı ki baba Halil’in hayatında Muharrem’den başka hiçbir şey yoktu. Muharrem bu sevgi okyanusunda huzursuzluk çıkarmaya, yaramazlık ve hatalar yapsa da Halil onun her hareketini hoş gördü.
Halil, Muharrem’e verdiği emeğinin karşılığını bambu ağacı örneğinde olduğu gibi yıllar sonra alacak diye sabır taşıyla yarıştı. Hâlbuki Halil yaşadığı süre içinde hayat ağacı ona hiçbir meyve sunmadığı gibi ondan almıştı. İşte Halil oğlu Muharrem’in kendisi gibi hayat sillesini yemesin diye bütün imkânlarını ona seferber etti ve dikenli yollar onu incitmesin diye yüreğini yollarına serdi. Böylece Halil oğluyla yeni hayatta her şey yolundan gitti.
Bir akşam üzeri Muharrem okul dönüşünde yolun karşısındaki servise doğru koşarken karşı yönden gelen bir kum kamyonun altında kaldı ve orada can verdi. Baba Halil haberi aldığında bütün umutları ve hayalleri bir çukura yuvarlandı. Umutlarının üzerine benzin döküldü ve yandı. Halil kanı çekilmiş duygularla donmuş bir ağaç gibi uzun süre öylece kala kaldı. Muharrem’in ölüm gerçeği Halil’in kalbi ve aklı arasında gidip gelince acı çığlıkları gök kubbeyi çınlattı. Muharrem’in ölümüyle önce kalbi yandı pişti, ardından aklı divane oldu ve sonunda Halil’in kıyameti koptu. Yaşadığı her dakika kalbi volkanda haşlanmış kadar acı çekti. Halil “Oğlum Muharrem’im!” dedikçe kalbi çengel takılmış gibi acı üstüne acı çekti. Zaman geçtikçe ayrılık ona bin ölümden daha ağır geldi. Halil, Muharrem ile konuşmalarını hatırladıkça kendisi için ölümün bir kurtuluş olacağını düşündü. Böylece taziye günleri sürerken Halil bir cenaze gibi ziyaretçileri karşıladı.
Ali, Halil’in yakın dostu ve çocukluk arkadaşıydı. Muharrem’in vefat haberini şehir dışında olduğundan geç aldı. On gün gecikmeyle Halil’in evine taziyeye gitti. Ali, Halil’i yürüyen bir cenaze gibi görünce ona: “Halil kardeş acın büyük. Şunu iyi bilmelisin ki evlâdın Hâlık-ı Rahim olan Allah tarafından yaratılmıştır. Allah, evlâdını dünyaya gönderdiğinde onu sizin gibi bir anne-babanın gözetimine vermiş ve sizi hizmetkâr etmiş. Allah, evlâdınıza baktığınız hizmet karşılığında ise peşin ve âcil olarak size şefkat adı altında bir ücret vermiş. Allah’ın evlâdınızın üzerinde yüzde doksan dokuzdan daha yüksek bir sahiplik hakkı var. Allah, Rahmeti ve programının gereğince çocuğunuzu elinizden aldı ve size hizmetiniz bitti dedi. Hâlbuki senin çocuğun üzerinde çok az bir hakkın var. Yüzde doksan dokuzdan da fazla hakkı bulunan Allah’ı şikâyet eder gibi niye bağırıp çağırıyorsun. Üzülme, Allah’a güven! Allah’ı bilmeyen tanımayan biri gibi hareket etme. Bak kardeşim, Bediüzzaman Hazretleri Çocuk Taziyesi adlı eserinde senin gibi yüreği yaralılara şöyle seslenir: “Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî olsaydı; elîmane teessürat ve me’yusane teellümatın bir manası olurdu. Fakat mâdem dünya bir misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitmişse, siz de biz de oraya gideceğiz. Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumî bir caddedir. Hem mâdem müfarakat dahi ebedî değil; ileride hem berzahta, hem Cennet’te görüşülecektir. lahelhamdullil demeli. O verdi, O aldı. “Elhamdülillahi alâküllihal” sabır ile şükretmeli.” der.
Halil karanlık bir tünelde ve acı içinde yolculuk eden bir yolcu gibi bu konuşmadan sonra bir ışık gördü ve madem ilerde kavuşacağız “Ya Rabbi sabır ver!” dedikten sonra Ali arkadaşına teşekkür etti.