İslâmâ emirlerin tâ orta yerinde yerini almış bir kavramdır. Maddî kazançlarını paylaşabilen iman sahiplerinin, manevî kazançlarını da rahatlıkla paylaştıklarını gösterir. Esasında Hakka Sûresi’nin 34-35. âyetlerindeki emire uyabilen, ittiba eden ve fiiliyata geçebilen mü’minlerin halleridir paylaşmak.
Risale-i Nurlar’da maddî paylaşımlar sadece verilen misallerde yer alırkan, manevî paylaşımlar şahs-ı manevî adı altında altın gibi manalarda, elmas gibi bir cevher olarak ehemmiyetine binaen anlatılmıştır.
Şahs-ı manevî kavramını, ifade ettiği fayda ve güzellikleri, ehemmiyetine/önemine İslâmî literatürde en iyi anlatan ve tatbik edilmesi örneğini veren ve yerine getirilmesi sürecini yine en iyi takip eden Risale-i Nurlar ve Risale-i Nur okuyucularıdır.
Şahs-ı manevî paylaşımları ise sadece dünyevî ve dünyada değil, uhrevî ve ahirette faydalar veriyor. Bu özelliğinden dolayı hem dünyada, hem de ahirette sığınılacak, içine girilecek ve muhafaza olunacak bir çadırdır şahs-ı manevî.
İşte paylaşımların, bölüşümlerin ve taksimatın en kıymetlisinin yapıldığı ortam şahs-ı manevî çadırı paylaşımlarıdır.
Demek ki her bir ehl-i iman, imanın nuruna dair, hizmet-i Kur’âniye ve imaniye adına yapabildiği, ihlâsla muvaffak olabileceği her amelini yine kendisi gibi ihlâslı kardeşleri arasında ancak şahs-ı manevî çadırında paylaşabilir, sahip çıkabilir, övünebilir ve birini binler, milyonlar, sonsuz sayılar adedince faydalı ve menfaattar edebilir.
Öyleyse paylaşımlar Kur’ân’ın emirleri dairesinde, verilen ehemmiyete binaen illâ ki yapabilmelidir.