Zerrelerin Mevlevî gibi devir etmelerine ve dönmelerine ve ihtizazlarına kadar kâinattaki bütün sa’y ü hareket, kanun-u kader-i İlâhî üzerine cereyan ediyor.
(Dünden devam)
Hatta hububatta dahi sümbüllenmek vazifesinde zâhir bir iştiyak görünür. Nasıl ki dar bir yerde hapsedilen bir zat, bir bostana ve geniş bir yere çıkmayı müştakane ister; öyle de, hububatta, sümbüllenmek vazifesinde öyle sürurlu bir vaziyet, bir iştiyak görünüyor.
İşte “sünnetullah” tabir edilen, kâinatta cereyan eden bu sırlı uzun düsturdandır ki, işsiz, tembel, istirahatle yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle sa’y eden, çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çekerler. Çünkü daima işsizler ömürlerinden şikâyet ederler, eğlenceler ile çabuk geçmesini isterler. Sa’y edenler ve çalışanlar ise şâkirdirler, hamd ederler, ömürlerinin geçmesini istemezler. “Rahat içinde ve boş olan kimse ömründen şikâyet eder; çalışıp işleyen kimse ise haline şükreder.” [Arabî ibarenin meali] küllî düsturdur. Hem o sır iledir ki, “Rahat zahmette, zahmet rahattadır” cümlesi darb-ı mesel olmuştur.
Evet, cemâdâta dikkatle nazar edilse, bilkuvve yalnız istidad ve kabiliyet cihetinde nâkıs kalıp inkişaf etmeyenlerin, gayet bir içtihad ve sa’y ile inbisat edip bilkuvveden bilfiil suretine geçmesinde, mezkûr sünnet-i İlâhiye düsturuyla bir tavır görünüyor. Ve o tavır işaret eder ki, o vazife-i fıtriyede bir şevk ve o meselede bir lezzet vardır. Eğer o câmidin umumî hayattan hissesi varsa, şevk kendisinin olur; yoksa, o câmidi temsil eden, nezaret eden şeye aittir. Hatta bu sırra binaen denilebilir ki, lâtif, nazik su incimad emrini aldığı vakit, öyle şiddetli bir şevk ile o emre imtisal eder ki, demiri şakkeder, parçalar. Demek bürudet ve tahte’s-sıfır soğuğun lisanıyla, ağzı kapalı demir kaptaki suya “Genişlen!” emr-i Rabbânîsi tebliğ edilince, şiddet-i şevk ile kabını parçalar, demiri bozar, kendisi buz olur. Ve hakeza, her şeyi buna kıyas et ki, güneşlerin deveranından ve seyr ü seyahatlerinden tut, tâ zerrelerin Mevlevî gibi devir etmelerine ve dönmelerine ve ihtizazlarına kadar kâinattaki bütün sa’y ü hareket, kanun-u kader-i İlâhî üzerine cereyan ediyor ve dest-i kudret-i İlâhîden sudûr eden ve irade ve emir ve ilmi tazammun eden emr-i tekvinî ile zuhur eder.
Hatta her bir zerre, her bir mevcut, her bir zîhayat, bir nefer askere benzer ki, orduda muhtelif dairelerde, o neferin ayrı ayrı nisbetleri, vazifeleri olduğu gibi, her bir zerre, her bir zîhayatın dahi öyledir.
Meselâ senin gözünde bir zerre, gözün hücresinde ve gözde ve a’sâb-ı vechiyede ve bedenin şerayin tabir edilen damarlarında birer nisbeti ve o nisbete göre birer vazifesi ve o vazifeye göre birer faydası vardır. Ve hakeza, her şeyi ona kıyas et.
Mesnevî-i Nuriye, Zühre, s. 179-180
LÛGATÇE:
a’sâb-ı vechiye: Yüz ile ilgili sinirler.
bilkuvve: Fiil mertebesine geçmeden, potansiyel halde.
bürudet: Soğukluk.
câmid: Cansız.
cemâdât: Cansız varlıklar.
darb-ı mesel: Atasözü.
dest-i kudret-i İlâhî: İlâhî kudret eli, Allah’ın kudret eli (mecaz).
emr-i tekvinî: Yaratma emri, kâinatı var etme emri, işi.
içtihad: Bir şeye ulaşmak için sarf edilen üstün gayret, gücü yettiği kadar çalışma, çabalama.
imtisal: Emre tamamen uyma, gerekeni yapma, alınan emre boyun eğme.
inbisat: Ferahlama, yayılma, genişleme.
incimad: Donma, buz haline girme.
kanun-u kader-i İlâhî: Allah’ın kader kanunu.
sa’y etmek: Çalışmak.
sa’y ü hareket: Çalışma ve iş görmek için davranma.
sudûr: Sâdır olma, meydana çıkma, olma.
sünnet-i İlâhiye: Kâinatta cereyan eden İlâhî kanunlar.
sünnetullah: Allah’ın tabiata koyduğu yaratılışa ait kanunlar.
şâkir: Allah’ın verdiği nimetlere karşılık şükreden.
şakketmek: Yarmak, ikiye ayırmak.
şerayin: Atar damarlar.
tahte’s-sıfır: Sıfırın altı.
tazammun: İhtiva etme, içine alma.
vazife-i fıtriye: Fıtrî vazife, yaratılışa ait vazife.
zîhayat: Hayat sahibi.