Evet, şu âlemin Mutasarrıfı, bütün tasarrufatı bilmüşahede şuurâne, alîmâne, hakîmâne olduğu hâlde, hiçbir cihetle mümkün değildir ki, o Mutasarrıf, kendi masnuatı içinde en mümtaz bir ferdin harekâtına şuuru ve ıttılâı bulunmasın.
Hem hiçbir cihetle mümkün değildir ki, o Mutasarrıf-ı Alîm, o ferd-i mümtazın harekâtına ve daavatına (dualarına) ıttılâı bulunduğu hâlde, ona karşı lâkayt kalsın, ehemmiyet vermesin.
Hem hiçbir cihetle mümkün değildir ki, o Mutasarrıf-ı Kadîr-i Rahîm, onun dualarına lâkayt kalmadığı hâlde, o duaları kabul etmesin.
Evet, zat-ı Ahmediyenin (asm) nuruyla âlemin şekli değişti, insan ve bütün kâinatın mahiyet-i hakikiyeleri o nur, o ziya ile inkişaf etti ve göründü ki, şu kâinatın mevcudatı esma-i İlâhiyeyi okutan birer mektubat-ı Samedâniye, birer muvazzaf memur ve bekaya mazhar kıymettar ve manidar birer mevcutturlar. Eğer o nur olmasa idi, mevcudat fenâ-i mutlaka mahkûm ve kıymetsiz, manasız, faydasız, abes, karmakarışık, tesadüf oyuncağı bir zulmet-i evham içinde kalırdı.
İşte şu sırdandır ki, insanlar zat-ı Ahmediyenin (asm) duasına “Âmin” dedikleri gibi, Arş ve ferş ve serâdan Süreyya’ya kadar bütün mevcudat onun nuruyla iftihar edip, alâkadarlık gösteriyorlar. Zaten ubudiyet-i Ahmediyenin (asm) ruhu, duadır. Belki kâinatın harekâtı ve hidematı bir nevi duadır. Meselâ, bir çekirdeğin hareketi, Hâlık’ından, bir ağaç olmasına bir nevi duadır.
Sözler, Onuncu Söz, 5. Hakikat, s. 91
LÛGATÇE:
Arş: göğün en yüksek katı.
bilmüşahede: görüldüğü gibi, şahit olmakla.
fenâ-i mutlak: sonsuz yok oluş.
ferş: yeryüzü, zemin.
Hâlık: yaratıcı, Allah.
hidemat: hizmetler.
ıttılâ: tanıma, bilme.
inkişaf etmek: meydana çıkmak.
mahiyet-i hakikiye: gerçek mahiyet, nitelik, öz.
masnuat: sanatla yapılmış şeyler; Allah’ın eşsiz yaratma sanatının eserleri.
mektubat-ı Samedâniye: hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde her şeyin Kendisine muhtaç olduğu Cenab-ı Hakka ait mektuplar.
Mutasarrıf: sonsuz tasarruf sahibi olan Allah.
Mutasarrıf-ı Kadîr-i Rahîm: her şeyde dilediği gibi tasarrufta bulunan, sonsuz kudret ve rahmet sahibi olan Allah.
serâdan Süreyya’ya: yerden Ülker yıldızına kadar; birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenen bir deyim.
ubudiyet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (asm) kulluğu.
zat-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin (asm) zatı, hüviyeti, mahiyeti.
ziya: ışık.
zulmet-i evham: vehim, şüphe ve vesvese karanlıkları.