Hanımla birlikte şöyle bir akşam yürüyüşü yapalım dedik.
Akşam yemeği ile ilgili de bir türlü karar veremedik. Neyse yürüyüşü yapalım sonra düşünürüz diyerek çıktık yola.
Daha binanın dış kapısından hemen çıkmıştık ki, yanımıza bir araç durdu ve “Akşam yemeğimiz hazır. Biz, iki kişiyiz; yemek dört kişilik. Haydin bakalım, siz yürüyüşe çıkmışsınız, saat itibariyle de henüz yemek yememişsinizdir, yemeği yiyelim, sonra yine yürürsünüz.”
Cümleler güzel ve anlamlı, cümlelerin sahibi de güzel. Gazetemizin de abonesi olan kayın biraderim. Böyle kayın birader dost başına.
Biz de davete icabet ediyoruz.
Konuyu eşimle birlikte yürürken tefekkür ettik. Tabii önce rızıklarımıza da bir güzel ilgi gösterdik. Bir tarafta porsiyon kebaplar, diğer tarafta diyette insanlar. Olacak şey değil. Yani hazırlık iki kişiye çok, dört kişiye ise yeterli.
İlginç olan, paketi hazırlayan lokanta iki porsiyon kebabın yanına dört tane de küçük lahmacun koymuş. Kebap yanında paketlenen ekstra yiyecekler tam da dört kişilik olmuş. Hatta aralarında ‘yemek biraz fazla oldu ama olsun’ gibi cümleler de bile geçmiş. Anlaşılan hesap içinde hesap var.
Şimdi bu süreci nasıl okumak gerekiyor? Bu yaşananları nereye koymak gerekiyor? Bu yaşananlara tesadüf demek insanlık dışı olmaz mı?
Bu kadar mı rastlantı olur? Bir de neden rastlasın ki! Anlıyorsun ki, bu öyle oraya buraya havale edilecek bir şey değil. Tam da seni, içinde olduğun durumu, taşıdığın duyguları, ihtiyaçlarını, seslendirmediğin iç seslerini duyan Birisi, onların hepsine birden cevap veriyor. Dahası yok.
Rezzak-ı Hakiki, yarattığı mahlukunun rızkını, hem de ummadığı tarzda tayin etmiş. Her şey hesapta var ve yazılı. Yaşananlar bir kader serüveni. İnanmak, teslim olmak, tevekkül etmek; iki dünya saadetini netice veriyor. Bunun başka bir izahı yok.
Dil telaffuz, kalp de tasdik eder o güzel kelamı: Haza min fadlı Rabbi.