Hedeflerinin “Allah Rızası” olduğunu ilân eden cemaatlerin dünyasında maddî imkân ve paranın alt sıralarda geldiği bir gerçektir.
Cemaatin dâvâya bağlanması ve inançlarını hayata aktarması nisbetinde, ihtiyaç duyulacak imkânların da kendiliğinden doğup geldiğine tarih şahittir. Dinî cemaatler ihlâslarını kaybedip azıcık hırsa düştüklerinde; biraz daha mürid, biraz daha talebe, biraz daha cemaat ve biraz daha imkân denildiği zaman; o cemaat üzerinden bir başka hedefe gitmekte olan bir dünya cereyanı mutlaka o hırslara el atacaktır.
Sözde demokrasi ve özde istibdada yakın idarelerde, bu problem çokça ortaya gelir. 23 Temmuz 1908’den sonra, Emmanuel Karasso ve yoldaşlarının paralarıyla manipüle edilmiş bazı cemaatlar üzerine yapılacak çalışma, yolumuzu aydınlatacaktır. Bilhassa 31 Mart ayaklanmasında “dindar kisvelere bürünmüş” ihtilâlcilerin İstanbul nümayişlerinde oynadıkları rol burada önemli. Kendisince meşrû hedefe giderken, herhangi bir taraftan sunulmuş imkânı tahkik etmeden kullananlar, ihtilâl neticesinde perişan oldular.
Esaretten sonra, Mısır’ın İngilizlerce işgalini müteakiben Mısır Prensinin Bediüzzaman’a, bütün servetini İslâm’a hizmet yolunda harcama niyeti ve teklifi ve Üstadın ona verdiği cevap, zamanımızın dinî cemaatleri için bir ölçüdür. Hıdiv’in teklifini geri çeviren Bediüzzaman, onun bu güzel niyetini neden geri çevirdiğini On Yedinci Söz’de manzum olarak açıklayacaktı. 1922’nin sonlarında, Ankara’da Mustafa Kemal’in Bediüzzaman’a tekliflerini biliyoruz. Kendisiyle birlikte çalışma karşılığında; Ankara’da dayalı-döşeli bir köşk, Şark Üniversitesi’nin inşası, Muş Milletvekilliği, Diyanet azalığı, aylık üç yüz lira maaş ve Şark Umum vaizliği… Bütün bunları elinin tersiyle neden geri çevirdiğini satır aralarında anlatmıştır Said Nursî…
Bazı safdil cemaat mensupları o zamanlarda da söylemişler. Said Nursî bu güzel teklifleri kabul etseydi, Şeyh Said Olayı olmayacaktı, yüz binlerce insan öldürülmeyecekti ve belki din de kuvvet bulacaktı, diyenler bu gün de konuşuyorlar. Üstad, M. Kemal’in teklifini kabul etseydim, ta kıyamete kadar devam edecek bu Nur hizmeti ortaya çıkmayacaktı ve Risale-i Nur gibi bir Kur’ân tefsiri vücuda gelmeyecekti, diyor. .ir taraftan Said Nursî’yi bitirmek veya durdurmak istiyorlar, diğer yandan da o tekliflerle elde etme ümitlerini kaybetmiyorlar… Meselâ 1944’ün yazında Ankara’nın yeni cazip bir teklifi var. Dayalı döşeli, mobilyalı ve güzelce tefriş edilmiş bir ev ve her gün iki buçuk banknot para… Ayrıca bunu kabul etmediği takdirde, daha çok sıkıntı ve tazyik göreceğini de beyan ediyor.
Said Nursî’nin ne dostlardan ve ne de düşmanlarından, dâvâya hizmet için zerre kadar bir şey almaması ve talebelerine de şiddetle yasaklaması, zamanımızın dinî cemaatleri için bir prensip ve hatta pusuladır, diye anlıyorum. Demokrat Parti zamanında, siyaseten Menderes’e muhalif oldukları halde “İslâma hizmet ediyoruz, yardım ediniz!” diyenlere mukabil Bediüzzaman’ın ne kendisinin ve ne de talebelerinin Demokratlardan bir çay bile içmemeleri manidar değil mi?
Ekonomik bağımsızlıklarını kaybeden cemaatler önce hakim cereyanlarca kullanılırlar ve sonra da bitirilirler. Bu zillete düşmüşlere siz de rastlamışsınızdır. Bediüzzaman’ın esas kabul ettiği istiğna düsturuna bağlı kalanların ise bağımsızlıklarını son nefeslerine kadar koruyarak huzur-u İlâhiye’ye gittiklerine şahit olduk.
Dinî cemaatlerde, bilhassa demokrasilerde “ekonomik bağımsızlığın” hayatî önemde olduğunu bilemeyenlerin, bazen bilerek ve çoğu kez de kaynağının nereye uzandığının farkına varmayarak harcadıkları paralarla acıklı sonlarını hazırladıklarına; bir kısım Mısır İhvan’ını, Hint’deki Cemaat-i İslâmi’yi, 11 Eylül öncesinde bir kısım Arap ülkeleri üzerinden fonlanan cemaatleri, Türkiye’mizde– sözde –AB fonları üzerinden yardım alanları (ki onların yekûnunu da neoliberaller finanse ediyorlardı) ve Türkiye Devleti’nin bilgisi dışında Orta Asya’da teşkilâtlandırılan cemaatleri kısaca örnek verebiliriz.
Şu konuda söylenecek sözün de, yazılacak cümlelerin de çok olduğunu hepimiz biliyoruz. Maksadımız, dinî cemaatlerimizin tesirlerini kırmak isteyen global cereyanların ve nifak hareketlerinin yollarını kapatmaktır. Zira, başkasının parasıyla büyümüş cemaatlerin küçük bir fırtınada uçtuklarını veya kendilerine finans sağlayanların İslâmın izzetine zıt maksatlarına alet olduklarını görerek geliyoruz. Tam bir demokrasi ile, cemaatlerin kötü niyetli organizelerin şerlerinden kurtulacaklarına inanıyorum. Cemaatlerin son zamanlarda yöneldikleri sosyal hizmetleri ve kıt’alar arası ümmetin yardımına koşmaları hususunu bir başka yazımızda izaha çalışacağız.