Bir süredir yaşadığı şeylerden ötürü içi dolup taşıyordu kadının. Hayatın yükünü taşımak kolay mıydı?
Gurbete gelmişlerdi ekmeklerini taştan çıkarırcasına gayretle çalışıyorlardı. Ama pahalılık, geçim sıkıntısı bellerini büküyordu. Her şey bir yana en ağırına giden de gelme yaban göçmen gibi yakıştırmalar yapılmasıydı. Halbuki memleketlerinde soyları sopları sülâle adlarıyla anılırlardı, kendilerine göre bir itibarları vardı.
Eee boşa dememişler; taş yerinde ağırdı. Bir gün sevdiği, dertleştiği arkadaşı eski komşularından birini yererken memleketine nisbet ederek konuştu. Yok yok aslında baltayı taşa vurdu, çünkü o da o memleketiydi. Her yörenin iyisi de var kötüsü de demekle yetindi, ama kalbi de kırıldı.
Kocası güçlü kuvvetliydi, taşı sıksa suyunu çıkarır dedikleri cinsten bir kaç iş yapar helâlinden geçinmenin yolunu bilirdi. Kendisi de elinden geleni yapar, etrafa da eli uzanırdı, yardımseverdi hamarattı.
İmece işlerinde bir cemiyette koşturan hep o olur, ‘bu kadar yıpratma kendini’ diyenlere ‘Amaan n’olacak taş attım da kolum mu yoruldu?’ diye cevap verirdi gülerek. İki çocukları vardı gözünüze yaş, ayağınıza taş değmesin evlâtlarım diye duâ eder öyle okula yollardı.
Taşı toprağı altın diye geldikleri bu diyarda bunca çalışmanın sonucunda başlarını soracakları bir evleri olmuştu sonunda, ama hayat işte eşi daimi işine ek gündeliklerde çalışmaktan hasta olmuştu. Böbrek taşı ameliyatı olması gerekiyordu. Bu arada taş kalpli patronu hastalığını bahane ederek isten çıkardı, ailenin darlık günleri başlamıştı.
Kötü günler için biriktirdikleri para, taş çatlasa 6 ay ancak dayanırdı. Kadın gündelikcilik yapmaya devam etse de ancak günlük harcamalara yetiyordu nafakası.
Zaten az olan çevresi, içinde bulundukları durumdan ötürü bir bir selâm sabahı keser oldular, ama biri vardı ki ‘o asla vefasızlık etmez’ dediği eşinin ağabeyi dar zamanda alacaklı kesilmişti.
Sutaşı oyalı çemberinin ucuyla gözyaşını silen kadın, sabır taşı bile çatlar, ama insan işte nelere dayanmıyor ki diye söylendi. Amaan dedi eşi sakın bugünler de gelir geçer. Allah beterinden korusun. İsyana gitme dedi hanımına. Çocuklarımız akıllı biz gayretli hastalık da şifa bulur, yine çalışır kazanırız. Nelerle uğraşan insanlar var ne kötülerle... dağlara taşlara... çektiklerini para da paklamaz şükür, şükür isyan sorgu yok.
Kadının içi ferahladı kalktı yerinden; ben merdiven silmeye gidiyorum dedi. Geçenki komşusu ile rastlaştı. Şu kata sizin memleketli birileri geldi diye haber verdi. O da ‘hele ölç bakalım eski komşuna mı bana mı benzeyecek iyiliği’ diye taşı gediğine koydu.
Su istemek için bir dairenin kapısını çaldı, içerden yanık sesli bir şarkı geliyordu: Mutluluktan haber ver dilek taşı...
Dilek taşı mutluluktan haber verir mi bilmem, ama insanın memleketine göre değil de imanına göre iyi olacağına şehadet edilen yer musalla taşı. Bir de gelip geçenin okuduğu, ama kendisinin asla okuyamayacağı bir mezar taşı. Kesinlikle olacak diye düşündü.
Bu düşünce ile taş kesildi bir an. Elindeki bezle öylesine dondu kaldı; Allah’ım bizi iyilerden eyle, son nefesimizde imanla gitmeyi nasip eyle, arkamızdan hayır duê eden, mezar taşımıza bakıp bir Fatiha gönderecek kullarının zenginliğini bize nasip eyle. Yoksa fani dünya gün gelecek ne taş üstünde taş kalacak, ne omuz üstünde baş.
Kime yar olmuş ki bize olacak? Sonra döndü işine ...merdivenleri bitirdi, bezi bir kez daha sıktı son kalan taşlığı silmeye devam etti...