Bediüzzaman, 1907’de İstanbul’a geldikten üç-dört ay sonra, Sultan Abdülhamid’e ulaştırılmak üzere Mabeyn-i Hümayûn’a sunduğu Medresetü’z-Zehra projesi dilekçesinde, Şarkın kasaba ve mekteplerinde okutulan dil meselesine şöyle temas eder: Bu mekteplerde “Yalnız lisân-ı Türkîye aşina etfal(çocuklar) istifade ediyor. Lisâna aşina olmayan evlâd-ı Ekrad(Kürd çocukları) yalnız medaris-i ilmiyeyi maden-i kemalât bilmeleri ve mekâtip muallimlerinin lisân-ı mahallîye adem-i vukufları cihetiyle maariften mahrum kalmaktadır. Bu ise vahşeti, keşmekeşi, dolayısıyla garbın şematetini(şamatasını) davet ediyor.”1 şeklindedir.
Münâzarât eserinde ise Şark aşiretlerine vermiş olduğu derslerinde Medresetü’z-Zehra projesinde okutulacak diller için; “Fünûn-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc; ve lisân-ı Arabî vâcip, Kürdî câiz, Türkî lâzım kılmak.”2 tespitlerini aktarmıştır. Bu medreselerde Arapça okutmak vâcib, yani, mutlaka okutulması gereken bir lisândır. Kürtçe caiz (Serbest, seçmeli ders okutulabilir, isteyen okuyabilir, istemeyen okumayabilir.), Türkçe okutmak da lüzûmludur. Bilindiği üzere “Arapça Müslümanların ortak dilidir, bu nedenle de Medresetü’z-Zehra üniversitesinde mutlaka okutulması gereken bir dildir. Türkçe, Anadolu’da yaşayan insanların ekserisinin konuştuğu ve resmî yazışmaların yapıldığı ortak dilidir. Onun için Medresetü’z-Zehra’da Türkçe lisânının okutulması lâzımdır. Kürtçe ise, Şark insanımızın ekserisinin günlük kullandığı mahallî dildir. Kürtçe caiz demek, bölgede yaşayanların dilidir, seçmeli dil olarak Medresetü’z-Zehra üniversitesinde okutulabilir. Kısaca Bediüzzaman “Arabî vacip, Kürdî caiz, Türkî lazım” tespitleriyle Medresetü’z-Zehra’nın üç dilde eğitim vereceğini belirtmiştir. Kürtçeyi mahallî dil, Arapçayı ilim ve iletişim dili, Türkçeyi de resmî ve siyasî dil olarak kabul etmiştir diyebiliriz.
Medresettü’z-Zehrâ’nın mahiyeti
Medresetü’z-Zehrâ, tam bir medeniyet projesidir. Bu projede din ve fen ilimlerini birlikte okutulur. Akıl ve kalbin ittifakı esastır. Böylece insanı arş-ı kemâlâta ve evc-i âlâya çıkarır. Medresetü’z-Zehrâ prejesi mektep, medrese ve tekkeyi tevhid eder. Bu metoda zaruret derecesinde ihtiyaç vardır. Cehaletin izâlesi, kalb ve aklın nurlanması ile mümkündür. Medresetü’z-Zehrâ projesi bu birlikteliği sağlar. Yani “intizam ve tefeyyüz ondan buna geçsin ve fazilet ve diyanet, bundan ona geçsin; tebâdül ile her biri ötekine bir kanat verip zülcenaheyn olsun.”3 Risâle-i Nur bağımsız bir Kur’ân medeniyetini asr-ı saadete bağlayarak bütün dünyaya ilan etmiştir. İslâm medeniyetini tekrar te’sis etmiş, batı medeniyetini tasfiye ederek Medeniyet-i Ahmediye(asm)’nin inşasının yolunu açmıştır. Medresetü’z-Zehrâ projesi bu mânâda da çok ehemmiyetlidir. Mânen vücut bulduğu gibi, maddeten de vücut bulmalıdır. Bu proje ile öncelikle âlem-i İslâm uhuvvet ve muhabbeti tesis edilerek ittihad-ı İslâm’ın önü açılacaktır. Çünkü ittihadın en şedid düşmanı cehalettir. “Lakin ittihad, cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır. İmtizâc-ı efkâr, mârifetin şuâ-ı elektrikiyle olur.”4
Dipnotlar:
1- Eski Said Dönemi Eserleri (Makâlat), 2013, s.22,23,
2- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s.290
3- Eski Said Dönemi Eserleri (Münazarat), s.292
4- Eski Said Dönemi Eserleri (Münazarat), s.280