Önceki günkü Yeni Asya’da Devlet Bahçeli’nin cemaat ve tarikatlar ve onların öğrenci hizmetleri ile ilgili olarak şu isabetli beyanatını okudunuz:
“Bu intihar olayının siyasî şekilde konu edilmesi, hesaplaşmaya çevrilmesi insanî değildir, vicdanî değildir. Enes Kara olayı kolektif bir saldırı haline getirilmiştir. Kimin inanıp inanmadığı bizim merak sahamız içinde değildir. Herkesin inanç hürriyetini yaşamaya hakkı vardır. Cemaatler ve tarikatlar devletle rekabet etmedikçe, devleti ele geçirmeye çalışmadıkça var olmaya devam edeceklerdir. Dini suçlamalardaki sinsilik bizim meselemizdir. Kimsenin avukatı değiliz. Ama konu dinimiz olunca gözümüzü budaktan sakınmayız. Hiçbir öğrencimizin aç ve açıkta kalmasına göz yumamayız. (Ama) Enes Kara’nın yurt sorununun olmadığı, devlet yurduna başvurmadığı yapılan açıklamalar ile sabittir. Asıl nedeni karanlıkta kalan intihar üzerinden inançlarımıza saldıranlar, ilk kez intihar yaşanmış gibi manevî değerlerimizi karalamaya girenler art niyetlidir.”
Bahçeli’nin bu cümleleri bir sağduyudan beslenmiş cümlelerdir. Tebriki hak ediyor.
Bilhassa “Herkesin inanç hürriyetini yaşamaya hakkı vardır. Cemaatler ve tarikatlar devletle rekabet etmedikçe, devleti ele geçirmeye çalışmadıkça var olmaya devam edeceklerdir” cümleleri çağa da vicdana da evrensel hukuka da uygun.
Ama bir gün sonra başka bir siyasî liderden bir hayal kırıklığı yaşadık. Dünkü Yeni Asya’da Meral Akşener Hanımefendinin konuyla ilgili şu tashihe muhtaç beyanlarını okudunuz:
“Metropoll Araştırma Şirketi’nin verilerine göre; Vatandaşlarımızın yüzde 63’ü devlet yurtlarının yetersiz olduğunu; yüzde 80’i cemaat, tarikat, dernek ve vakıfların öğrenci yurdu işletmesini doğru bulmadığını; yüzde 81’i ise çocuğunu bu tür yurtlara vermek istemediğini söylüyor. Yani; vatandaşlarımız çocuklarının ne olduğu belli olmayan yurtlarda kalmasını değil devletin yurdunda rahatça yaşamasını istiyor. Madem milletimiz istiyor sen de bunu yapacaksın Sayın Erdoğan. Devlet yurtlarının sayısını arttıracaksın; Cemaatlerin, tarikatların, vakıf ve derneklerin yurtlarını başka 15 Temmuzlar olmasın diye kapatacaksın; ve öğrencilerimize hak ettikleri hizmeti lâyıkıyla vereceksin. Eğer veremiyorsan da paşa paşa o koltuktan kalkacaksın. Bunun başka yolu yok.”
Sayın Akşener,
Sizden ve ekibinizden defalarca demok-ratlığı hazmetmiş bir siyasetçiye yakışan açıklamalar duyduk.
Bizi şaşırtan bu beyanınızda iki önemli hata var: Birincisi “vatandaşlarımız çocuklarının ne olduğu belli olmayan yurtlarda kalmasını değil devletin yurdunda rahatça yaşamasını istiyor” kısmı en azından Enes Kara ve benzerleri açısından doğru değil. Aileler bu evleri ve yurtları “çocuklarım dinini öğrensin ve yaşasın; dışarıdaki günahlardan uzak kalabilsin” diye istiyor.
Cemaat-hükümet kavgası olarak başlayan sürecin başından itibaren bütün olumsuz şartlara rağmen bu istek azalmadı.
Görünüşte dinî cemaat ve aslında dünye-vî menfaat şebekesi olarak çalışanlara “çocuğum dindar görünsün de dünyasını kazansın” diye yaklaşanları engelleyebilmek ise sivil alanı kapatmaktan değil, sivil toplum faaliyetleri ile devleti ayırabilmekten geçiyor.
İkincisi sizin de defalarca girip çıktığınız o cemaat yurtlarını “vatandaşlarımız, çocuklarının ne olduğu belli olmayan yurtlarda kalmasını değil, devletin yurdunda rahatça yaşamasını istiyor” cümlenizdeki “ne olduğu belli olmayan” ağırlığı ile yaftalamanız siyaseten doğru olmadığı gibi hukuken ve ahlâken de yanlış.
Sayın Akşener,
Cemaatleri yasaklayamazsınız, dini devlete hapsedemezsiniz. Din ve vicdan hürriyeti, isteyenin inancını kolektif biçimde yaşama hürriyetidir. Topluca inanma hürriyeti ise cemaatleşme ve tarikatlaşma hürriyetidir. Devlet elini cemaatlerden ve tarikatlardan çekse bugünkü tartışmalardan hiçbiri olmaz.
Doğru örneği görmek isteyenin Avrupa Birliği’ne bakması yeter.
Bu kamusal problemlerin çözüm yolu da Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini yeniden canlandırmaktan geçiyor.
Yoksa devleti yeniden jakoben devlete dönüştürmekten değil.
“Demokratım” diyenler önce bunları hazmetmeli.