Hepimizin çevresinde şu ya da bu sebeple dinden ve İslam’dan soğuduğu söylenen kişiler vardır.
İslam’dan soğuyanların samimi olarak başka bir dine ısındığını görmek mümkün değil. Zira kişiyi İslam’dan soğutan faktörlerin tümü başka dinler için de fazlasıyla geçerli.
(Bu kişilerin bir kısmının Allah’a ve ahirete imandan da soğuduğu anlaşılıyor. Ki, bu kuyunun dibine iniştir. Akıllıca tedbir şarttır.)
İslam’dan soğuma açısından en önemli faktör, günümüzde dini temsil ettiği düşünülen kişilerin dinin özüne aykırı davrandıkları düşüncesidir.
Yani İslam’ın teorisini ya da mazisini öğrendiği için ondan soğuyan pek yoktur. Daha ziyade dinin “bugün”ünden olumsuz etkilenenler dinden soğuyor.
Soğutucu faktörlerin dinin kendisinden kaynaklandığını düşünenler de pek fazla değildir. Üstelik bu gruptakilerin delilleri de aslında yığımcılık delili türündendir.
Yani onlar dini temsil ettiğini düşündükleri ya da varsaydıkları kişilerin yanlış buldukları ya da hakikaten yanlış olan eylemlerinin istisnai örnekler olmadığını, aksine genelleme yapmaya ve teori hakkında sonuç çıkarmaya uygun şekilde çok sayıda olay biçiminde tezahür ettiğini savunurlar.
Oysa bu, bırakınız cahilleri, akıllı geçinenlerin bile aslında kabul edemeyeceği türden bir delildir.
“Bir” imamın ölülerin ardından Kur’an’ı “para karşılığı” okuması ile “bin” imamın böyle yapması arasında fark yoktur. Bu kötü örneğin çokluğu birbirini desteklemez ve Kur’an’ın özü olan ihlâs kuralının yok sayılmasını sağlamaz. Bir siyasetçinin dini siyasete alet etmesi ile bin siyasetçinin dini siyasetine alet etmesi arasında fark yoktur. Bu risk her siyasetçi için ve her zaman vardır. Börekçi’leri siyasetine râm eden M. Kemal’in CHP’si de, imam hatipleri partisine arka bahçe eden Erdoğan’ın AKP’si de bu riskin kapsamındadır.
Çocukluktan çıkma ve evlenme yaşı gibi, coğrafyaya, töreye ve çağa ve hatta modaya(!) göre değişen konular ise zaten bir tartışma ve mezhep konusudur ve kimse başkalarını kendisi gibi düşünmeye de yaşamaya da zorlayamaz.
Elbette toptancılık yanlıştır ama sıradan bir bakan rüşvet alır da yakalanırsa cahil insanlar –mesela- masonlara küfrederken dindar geçinen bir yönetici rüşvet alırsa aynı cahiller dine değilse de dindarlara hakaret eder.
Dindar geçinen yönetici iktidarını muhafaza uğruna siyasi hasmına zulüm yaparsa bu zulümden mazlumun dünyası kadar ve hatta daha fazla zalimin de mazlumun da çevresinin ahireti zarar görür.
(“Dindar” ahireti için dünyasını feda edendir. “Dinci” ise dünyası için ahiretini satar ve dini tepe tepe kullanır.)
Şu da var: İslam’ın teslim istediği doğrudur. Ama bu teslim cemaat ya da tarikat liderine teslim olmak değildir.
Oysa “çağdaş” olduğunu iddia eden birçok dinî grup, mensubiyet için kişiye teslimi ve hatta kayıtsız şartsız teslimi istemektedir.
Kitap ve prensip merkezli bir hareket olan Nurculuk bu konuda açıkça farklı ve hatta diğerlerine zıt bir kulvarda gitmektedir. Zira Nurculukta aklını bir kişiye teslim ve bir kişiye kayıtsız şartsız itaat yasaktır.
Çare dini toplumdan dışlamak anlamındaki sekülerizm değildir. Çare neticede bir ideoloji olan Kemalizm de değildir.
Evet, her tür baskı münafıklaştırır, dinî baskı dinen münafıklaştırır.
Dünyayı isteyen için de ahiretini düşünen için de çare, din ve vicdan hürriyetini tam temin etmektir. İmanın yeniden ve samimiyetle kuvvetlenmesini ancak hürriyetin getireceği serbest ortam sağlayabilir.