İki sene kadar önce “Balocu hâkimler ülkesi” başlıklı bir yazı yazmıştık.
Özetle, Ankara’da hâkim ve savcıların staj eğitimlerini de yürüten Türkiye Adalet Akademisinde stajyer hâkimler arasında ortaya çıkan “mezuniyet balosu düzenleme yarışı” hakkında bazı eleştiriler yazmıştık.
Şimdilerde yeni haberler duyuyoruz. Meğer iki senede ne çok şey değişmiş.
Türkiye Adalet Akademisinin idarecileri değiştikten bu yana, yani iki-üç aydır, Akademideki kültürel ve sosyal faaliyetlerde hayli değişiklik var.
Hâkim ve savcı adaylarının cep telefonuna mesajlar geliyor: “Bu akşam şu vaiz bey ya da şu vaize hanım dinî sohbet etmek için Akademiye gelecek, bekleriz” mealinde.
Hatta geçen hafta Diyanet İşleri Başkanı konferans için Akademiye gelmiş.
Tarihinde ilk defa…
Bir Diyanet İşleri Başkanının Adalet Bakanlığına bağlı bir kamu-eğitim kurumu olan Adalet Akademisini ziyaret etmesi ve hâkim savcı adaylarına vaaz ve nasihatte bulunması elbette önemli bir olay ve haber.
Aday hâkim-savcılar, eskiden, yine içlerinden veya amirlerinden bazılarınca dinî muhtevalı bazı sivil organizasyonlara dâvet ediliyorlardı. Bunlara “cemaat faaliyeti” deniyordu.
Bu toplantılara giden niçin gidiyordu? Gitmeyen neyi göze alarak dâveti reddediyordu? Bunlar ayrı konu ve belki de en esaslı konular bunlar.
Adaylar şimdilerde yarı resmî ve hatta neredeyse tam resmî dinî (moral) organizasyonlara dâvet ediliyor. “Devlet eliyle cemaat faaliyeti” yani.
Sivil organizasyonların gücü ve tesiri azaldı. Devletinki ise artıyor.
Devlet eliyle din nasihatinin elbette olumlu yönleri var. Diyanet İşleri Başkanlığının memlekete hizmeti çok büyüktür. Daha güzellerini de yapsın ve yapacak.
Ama din hizmetini “resmî ortam”lara taşımak hususunda dikkat edilmesi gereken hususlar da var.
Dinî nasihatin özü olan samimiyetin ve ihlâsın göstergesi olan “gönüllülük esası” acaba bu tür dâvetlerle zarar görüyor mu? Görüyorsa nasıl önlenebilir?
Meselâ bir hâkim adayı dinî muhtevalı bu tür gündüz veya akşam toplantılarına gitmek istemezse ne olur?
Meselâ fişlenir mi?
Dâvet amirden geliyorsa, böyle bir endişe hissetmeden ve mazeret uydurmadan dâvete red cevabı vermek herkes için aynı ölçüde kolay mı?
Bu red seçeneğini de mümkün ve en az dâveti kabul seçeneği kadar kolay hale getirmenin yolu nedir?
Diyanete inhisar ettirilen ve üstelik bir de resmî muamele suretine sokulan bir dindarlık anlayışı dinî hayattaki ihlâsı olumsuz etkiler. Aynı şekilde devlet eliyle dindarlaştırma projesi de ihlasa zarar verme riski yönünden tehlikeli bir proje.
Zira bu resmî dindarlık anlayışının, toplumu tektipleştirme riski var. Bu anlayışın, ikiyüzlülüğü teşvik etme riski de var.
Daha da önemlisi, bu anlayışın, olduğu gibi görünememeye ve göründüğü gibi olamamaya sebep olma riski var.
Biz niyetimizi biliyoruz, ama bazı okuyucularımız, bu yazımız sebebiyle deşifre ya da ispiyon yaptığımızı varsayacak ve bize kızacak.
Önce şu sorumuzun cevabını düşünsünler: Bir hâkim adayı hanım için, eğitim ve staj merkezinin bir “kültür” faaliyeti kapsamında dâvet alıp, mismini (!) etekle Kur’ân nasihati dinlemeye gitmek ve saçına başına bir örtü dahi koymadan Kur’ân’ı dinleyip çıkmak ne mânâya gelir?
Bunu izah edecek bir babayiğit ya da anayiğit var mı?