Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, önceki gün ÖNDER buluşmasındaki konuşmasında, şunları söylemiş:
“İtikadî açıdan Batı merkezli din anlayışlarının sonucu olarak neşet eden ve dünyayı etkileyen deizm, ateizm, agnostisizm, nihilizm ve benzeri izmlerin yani akımların, itikadî alanda yaşanan kaotik ortamın da etkisiyle İslâm coğrafyasında karşılık bulması, üzerinde durulması gereken hususlardandır. … Bu sorunu tetikleyen en önemli olgu, dinin yaşanan hayatla irtibatının zayıflatılması, bilerek zayıflatılma yoluna gidilmesi. Bireysel ve sosyal meselelere İslâm adına doğru, gerçekçi ve pratik çözümler getirilememesi. Bu durum hayatın içinden konularda, inancın ikinci planda kalmasına yahut inancın hayatın dışına itilmesine sebep olmaktadır. Hani ‘inanç sokakta olmasın, mahallede olmasın, şehirde olmasın, insanın içinde olsun’ diye bir anlayış var ya. İnsan ile işte Allah arasında olsun, evine yansımasın, ticaretine yansımasın, siyasetine yansımasın, adaletine, yargısına yansımasın’... Görüyorsunuz ya ortalığı ayağa kaldırıyorlar. ‘İnançtan ayıklansın oralar’. Adeta bu düşünce insanlığı bu noktaya getirmektedir.”
Muhterem Erbaş böylece geçen Çarşamba günkü duâlı açılışla ilgili eleştirilere de kendince dolaylı olarak cevap vermiş oluyor.
Ancak cevap bizce yanlış. Zira kanaatimizce Muhterem Başkan deizm ve -izmler konusunda yanıltılıyor, yanılıyor veya yanıltıyor.
Son yıllarda dindarlığın zayıflamasının ana sorumlusu, sekülerizm taraftarlarının ve laikçilerin dini toplumdan dışlama esası üzerine kurulu yanlış laiklik isteği ve buna dayalı kamusal icraatlar değil.
Yani “bu sorunu tetikleyen en önemli olgu” en azından son on yıl içinde, “dinin yaşanan hayatla irtibatının zayıflatılması, bilerek zayıflatılma yoluna gidilmesi” filan değil.
Aksine bilhassa devletle içli dışlı olabilmek adına laikliği ve din ve vicdan hürriyetini berhava eden bir kısım muhteris dindarların dini siyasette ve bürokraside kötüye kullanması.
Daha basit ifadeyle, bir kısım zayıf itikat sahibi insanlar, dinden, “Diyanet İşleri Başkanı Yargıtay binası açılışında duâ edemedi” diye soğumuyor. Aksine “siyasetin baskısı altına girerek bulunduğu yarı siyasî mekânda herkese bir tür kamusal dayatmayla ‘amin’ dedirtmesinin dinin özü olan ihlâsla ilişkisini izah edemediği için” soğuyorlar.
“Dinin yaşanan hayatla irtibatının bilerek zayıflatılması” meselesi elbette önemli. Ama eğer dinî hayat zayıflıyorsa ya da dindarlık azalıyorsa bunun sorumlusu yine iktidar. Muhalefet değil. Muhalefetteki laikçiler hiç değil. Onların günahı başka.
Bugün dinin görünürlük biçiminde problem var, ama bu problem laikçilerin engellemesinden değil İslâmcıların ve bilhassa siyasal İslâmcıların dini temsil konusundaki başarısızlığından kaynaklanıyor.
Bir de önceki Başkan Muhterem Mehmet Görmez’e sık sık sorduğumuz şu soruyu Muhterem Başkan’a da sormak isteriz:
Dindarların birbirini “…öcü” damgasıyla ve adliye eliyle adeta kılıçtan geçirmesi de insanımızı dinden soğutmuş olmasın.
Ne dersiniz Muhterem Başkanım?