Bugün ve yarın AYM’nin Can Atalay kararını ve sonrasında Yargıtay 3. Ceza Dairesinin AYM kararına karşı ısrar ve red kararını değerlendireceğiz.
Öncelikle AYM kendi görevini kararında şu şekilde tesbit etmiş:
“Yargıtay adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adlî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olarak görevlendirilmişken Anayasa hükümlerinin yeknesak bir biçimde uygulanmasını ve yorumlanmasını sağlama görevi de Anayasa Mahkemesine verilmiştir.”
AYM, bu kararında aslında “Gergerlioğlu vak’ası”nın tekrarını önlemeye çalışıyor:
“Anayasa Mahkemesinin Gergerlioğlu kararındaki tespitleri o başvurucuya benzer durumdaki diğer bireyler yönünden olduğu gibi eldeki başvuru için de geçerlidir. Buradaki benzerlik suç isnadındaki benzerlik değil Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında dokunulmazlığın bulunmadığı yönünde yapılan tespitte ortaya çıkan benzerliktir.”
Sonra da şunu söylüyor: “Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi içtihadına aykırı davranmış, benzer ihlalleri önleme yükümlülüğünü yerine getirmemiş; aksine başvurucunun anayasal haklarını -Anayasa’nın parlamentoya verdiği bir yetkiyi kullanarak- daraltıcı bir şekilde yorumlamak suretiyle ihlal etmiştir.”
AYM’nin bu yaklaşımla verdiği ihlal kararı üzerine dosyayı yeniden ele alan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı mütalaasında konuya şöyle yaklaşmış:
“Anayasal demokratik bir rejimde, AYM’nin aktif olmasının meşru görülebileceği alan, sadece kişisel ve siyasi haklar alanıdır. Bu bağlamda; AYM kararlarının Anayasal normlara uygunluğunun denetlenmesi oldukça zorluk arz etmektedir.”
Bu cümleler tam bir fiyasko. Çünkü zaten konu, Can Atalay’ın “kişisel ve siyasi haklar alanı” ile ilgili!
Zaten Yargıtay 3. Ceza Dairesi de kararında bunu söylüyor:
“Anayasa Mahkemesi, başvurucu yönünden diğer mahkemelerde yapılan yargılamalarda somut olay bağlamında Anayasa ile AİHS ve ek protokollerinde korunan temel haklarından birinin ihlal edilip edilmediği yönünde bir denetim yapmakla yükümlüdür. İhlalin tespiti halinde ise, bunu ortadan kaldıracak gerekli tedbirlere görev ve yetkisi dahilinde hükmedecektir.”
Devamındaki “Anayasa Mahkemesi bu görevini yerine getirirken diğer mahkemelerin yerine geçmek suretiyle karar veremez.” cümlesinin de bir anlamı yok. Çünkü AYM “sanığı beraat ettirdim” filan demiyor!
Zaten 3. Ceza Dairesinin derdinin başka olduğu şu cümlelerden anlaşılıyor:
“Anayasa Mahkemesi Erdem Gül ve Can Dündar kararında ortaya koyduğu gerekçeyle ağır ve haklı eleştiriler almış ve bu kararda inceleme yetkisini açık şekilde aşmıştır.”
Yani diyor ki “MİT Tırları haberleri” davalarında AYM devletten değil AİHM’den yana tavır almıştır ve bu eleştirilmiştir!
Hele karardaki şu cümleler 3. C.D.nin asıl korkusunun ne olduğunu ele veriyor:
“Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne kasteden, pek çok kanlı terör eylemi ile irtibatlandırılan ve haklarında yukarıda sayılan mutlak terör suçlarından soruşturma veya kovuşturma bulunup, henüz yakalanamayan ve kırmızı bültenle aranan Fethullah Gülen, Şerif Ali Tekalan, … Cemil Bayık, Murat Karayılan … gibi şüpheli ya da sanıkların, milletvekili seçilmelerinin, yemin ederek göreve başlamalarının ve TBMM’ye girmelerinin önü açılır ki bu durumun hukuken isabetli olduğunu savunmanın izahı kabil olduğunu söylemek mümkün değildir.”
Yani zımnen diyor ki “savcıların ‘sanık’ dediği ve dosyasını açık tuttuğu bazı kişiler, “bize göre” kesin hükümlü olabilir. “Bize göre” kesin hükümlü birileri halka göre suçlu olmayabilir ve milletvekili seçilebilir. Üstelik Meclis çoğunluğu da bu kişileri kendi içinden ayıklayıp yargılanmak üzere önümüze atmayabilir. İşte biz bu ihtimali şimdiden görüyor ve Meclisin de önüne geçip önlemeye çalışıyoruz. AYM ise önümüze çıkıp bize engel oluyor!”
Demokrasi ve hukuk devleti(!) de böyle bir şey zaten!