"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Elini, dilini, kalbini yıka (Oyun bitti!)

Ali HAKKOYMAZ
11 Nisan 2020, Cumartesi
Dünya ömründe belki de ilk defa bu kadar “tenha...”

Bir de kandil sükûneti eklenince... iyice dinler olduk kalbimizi. Günlerdir evlerimizde hapis hayatı yaşıyoruz. Ne kadar ihtiyacımız varmış meğer; kendimizi dinlemeye! Çok yorulduk; çok! Kafamız ambale oldu. Kalbimiz katılaştı. Ah, şu dünyayı ebedî sanmalar ve yanılmalar... 

Eskiye dönemeyiz de... 

...geldiğimiz yerde...

Fakirimiz perişan, 

Zenginimiz şaşkın... 

Bu kadar huzursuzluğa ancak büyük gayretlerle gelinirdi; geldik. Böyle günlere gelebileceğimizi düşünmüş müydük?! Yarın kısmet olur da sokaklara dökülürsek... o eski afralı tafralı, naralı hallere dönmeyiz artık; değil mi! Yoksa başka koronalar gelir kapıya! Artık, insan olduğumuzu daha çok hatırlayacağız gibime geliyor, ha! 

Uçaklar teneke, arabalarımız oyuncakmış! Yollar bir yere gitmiyormuş!

Öyle veya böyle kendimizi tanımak için bir fırsat doğdu. Gururumuzun öldüğünü, şöhretlerin söndüğünü, gücümüzün güçsüzlükte olduğunu, tüketim çılgınlığının solduğunu gördük mü!

Savaşlar birdenbire bitti. 

Birdenbire bitti bütün acele işlerimiz.

Rüya gibi şehirler masalmış meğer!

Meğer temelsizmiş düşlerimiz!

Nasıl çöktü dünya!

Silahlar, bombalar nasıl sustu!

Vitrinler çatır çatır döküldü.

Görünürde bir şey yok!

Firavun kuleler kartonmuş meğer!

Havalar balondan beter söndü.

Sustu zalimlerin naraları.

Talan dumana gidiyordu dünya.

Birdenbire rüya bitti.

Kırallar çıplakmış meğer!

Suya sabuna dokunmadığımız ortaya çıktı.

Okullar cahil...

Hastaneler hasta...

Fabrikalar “gürültü” üretiyormuş.

Bugünlere hiçbir şey saklanmamış.

Ellerimizde telefon oyuncakları...

Aynı ağızlardan fısıldanan haberler...

Dünya evine çekildi.

Yolları kiraya verelim bari!

Spor sahalarını kime satalım!

Köyler sessiz ağlıyordu.

Şehirler tıka basa bomboştu aslında.

Herkes herkesten yol istiyordu.

Suratlar kaç karış, her yer yarış yarıştı.

Hakem düdük çaldı.

Kıran kırana oyun olmazdı.

Araya Korona girdi.

Aygın baygın yatıyor dünya.

Oyuncular ağır yaralı...

Hakem sakin sakin sayıyor:

Tamam mı, kalkıyor musunuz, son durum nedir?!

Oyuncuların gözleri birbirinde...

Utangaç, mahzun, belirsiz bakşlar...

Bir... ki... üç... dört.... beş... altı... yedi...

Şeey... hanginiz... kim, kime... en son ne dedi?

...

Söyleyeyim de içimde ukde kalmasın: Dünya silâha bi’ dünya “yatırım” yapacağına... insanı nasıl daha saadetli ederim diye uğraşmalıymış; değil mi! 

Bunları yıllardır dile getirdik lâkin gülüp geçtiler; duymadılar hatta... Korona kadar hatırımız yokmuş demek ki! Aşk olsun! Olsun; dünya dersini almış da ediyor ezber. En azından ezbere yaşamanın yaşamak olmadığını a n l a y a c a k! Hani; gücü gücü yeteneydi! Kavga eden, lâf söz getiren çocukları cezalandıran büyükler gibi herkesi tokatladı Korona. Yeter bu savaş oyunları dedi. O silahları hangi çöllere gömecekseniz, gömün, dedi. Bu ciddî bir muhtıra... Aslında darbe, ihtilal... Çöküşün ya da dirilişin eşiğindeyiz. Ellerimiz, dilimiz, kalbimiz kirlenmişti. Gücümüzün Korona’ya yetmediğini gördük. Bütün havamız söndü. Şimdi rota şefkatin adresine dönüyor gibi. Zaten ölümlü dünyada, birbirimize bu kadar yüklenmenin mânâsız olduğu gün gibi ortaya çıktı. Şimdi dağ başında bir çadırcık, bu arsız binalardan ne kadar gönüllü; değil mi? Betonla, asfaltla değil; toprakla oynamanın keyfini yalarız belki bundan böyle! Boş araziler; şehirde vakit öldürenleri bekliyor. Anlayalım artık; oyun bitti.

...

Kıyamete kadar unutamayacağımız bir dersle karşı karşıyayız. Hep bu konuşulacak gayrı. Herkes herkesten kaçıyor. Zaten öyleydik de... iş iyice netleşti. Madem birbirinize uzaksınız, muhabbetlerinizin çoğu göstermelik; bu hale şaşırmayın dedi açık/gizli bir ses. Yaşadığımızın farkına varmak için Corona’nn gelmesi mi gerekiyormuş; geldi. Bu bizim davetimiz... Kâinatta tesadüf  yok ya... Bak; israf birdenbire dip yaptı. Zarurî ihtiyaçlar tavan... Alıp verdiğin nefes, birbirinden mukaddes, diyen Ziya Osman’ı selâmlayalım o zaman. Neydi o dünyayı yakıp yıkmalar! İnsanın kardeşi insana yaptığı neydi! Al; dünya senin olsa ne olacak! Gez; gezebiliyorsan! Rahmetli annem yaramazlıklarım biriktiğinde bir punduna getirip tutar ve sıkıştırırdı: 

Tövbe mi, ha?

Yapacak mısın bir daha?

Çorbayı beğenmeyen sen misin?

El âlem kuru ekmek bulamazken...

Tövbe mi, ha?

Canımı sıkacak mısın bir daha?

Ağlayıp durma karşımda;

Yemeğe oturmadan...

Ellerini iyice yıka!

Okunma Sayısı: 5122
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • İsmail Atak Cebecili

    11.4.2020 06:45:47

    "Ne kadar ihtiyacımız varmış meğer; kendimizi dinlemeye!" "Bu kadar huzursuzluğa ancak büyük gayretlerle gelinirdi; geldik." "Tövbe mi, ha?" Tutabilecek miyiz? (Devamı dileğiyle)

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı