Tahribat çok büyük...
Dünyayı âcilen koruma altına almamız gerekiyor.
Binalar şehirlere sığmıyor.
Ve gökyüzünü kapattık.
Beton yığınları nefesinizi daraltıyor.
Bu durumları “medeniyet” kelimesiyle yan yana getirip de kelimelerin ağzının tadını bozmayalım.
Havayı, suyu kirletmek medeniyet olabilir mi!
Karmaşa deyin, hırs deyin, beton kirliliği deyin... de... medeniyet, hürriyet, adalet... demeyin!
Kelimelerin adresini muhafaza edelim.
Kuş seslerine, toprak kokusuna, çiçeklerin tebessümüne daha fazla uzak yaşayamayız.
Şu beton heveslerinden, dağları oymaktan, suları kirletmekten bir ân önce vazgeçmemiz artık zaruret arz ediyor.
Bu binalar elimizde kalacak.
İçinde oturacak zaman ve kullanacak su bulamayacak zamanlara gitmiş olmayalım!
Bu hırs var ya bu hırs dizginlenmezse eğer bizi altına alıp çiğneyip atacak.
Kuvve-i şeheviye bize; helâl haram demeyip saldıralım diye verilmedi.
Kuvve-i akliye bombalar yapıp şehirleri yakmak için verilmiş olabilir mi!
Kuvve-i gadabiye biri bana yan baktı diye devreye girecekse; vay insanlığın haline!
Şehvet, akıl, öfke dediğimiz bu, istimali bizim elimize verilmiş kuvveler; ifrat ve tefrit halinde; insanlığın çizgiyi aşıp taştığının işareti... Tehlike ve imtihan işte burada... Vasat diye bir şey var. Bu çok zaman kayıplara karışıyor.
Bu vasat saatlerde insan oluyoruz. Yoksa derler ki bu vasatsızlara:
“Ne olursan ol...
İnsan olmadıktan sonra!”
Vasat demek; hakkın yerini bulması işte!
Kâinatın sahibinin bir adı da: Hak.
Gün gelir, devran döner; amma burada, amma orada hak yerini bulur.
Ne ki insan acelecidir.
Burası hikmet dünyası; hadiseler de çekirdek, çiçek, meyve gibi yolculuklara bağlı diye öğrendik ya!
İstisnalar ayrı. Sükûneti kaybedersek önümüzü göremeyiz.
Ah şu kitaplara uzaklığımız; bizi kendimize uzaklaştırıyor!