TESBİT
Vakıa şu ki 2002’den bu yana AKP iktidarında otuz kez “petrol ve doğalgaz bulunduğu” müjdeleri verilmiş. En son “müjde”yi Cumhurbaşkanı, “Karadeniz’de 320 milyar metreküp Türkiye tarihinin en büyük doğalgaz keşfi” olarak duyurdu. Uzmanlar sondaj çalışmaları, nakil ve dağıtım hatları ve kanalları ile teknik altyapı tesisi için en az yedi-on yıl gerektiğini bildiriyorlar.
Öncelikle “müjde”nin enerji rezervlerine dair olacağı söylentilerine, “bundan ancak memnun oluruz, seviniriz” açıklamalarına rağmen, yine muhalefetin garip bir biçimde peşinen “kıskanıyorsunuz” suçlanması bu konunun da siyasette istimali açısından dikkat çekici oldu.
Tesbitlere göre, Doğu Akdeniz’deki toplam hidrokarbon yataklarında 3 trilyon dolarlık doğalgaz rezervi var. Keza ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi’nin araştırmasıyla, Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan bölge olan Levant Havzası’nda 3,45 trilyon metreküp doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunuyor. Yine Kıbrıs Adası çevresinde 8 milyar varil petrol yatağının dışında Heredot olarak adlandırılan Girit’in güney ve güneydoğusundaki alanda ise toplam 3.5 trilyon metreküplük doğalgazın bulunduğu tahmin ediliyor. (Hürriyet, 24.7.2018)
“Çok ciddî rezervler”e dair Bülent Kuşoğlu’nun daha 9 Şubat 2016’da Meclis’te ifade ettikleri oldukça çarpıcı ve kayda değer.
Plan ve Bütçe Komisyonu’nda “Önceki bakana da sorup bu çok önemli konuda bir stratejimiz, bir politikamız sanki hiç yokmuş gibi davranıp cevap alamadığı”ndan yakınan Kuşoğlu’nun, “Özellikle Kıbrıs’taki bu doğalgaz meselesini sormak istiyorum. Biz onu ihmal ettik senelerden beri… Halbuki Türkmenistan’dan sonra galiba en büyük doğal- gaz kaynakları o civarda var. Onları İsrail, Güney Kıbrıs, Yunanlılar ve Mısır birlikte işletmeye çalışıyorlar, biz devre dışı kaldık uzun zamandan beri. Önemlidir, orada bir pay sahipliğimizin olması lâzım. Orada nasıl bir stratejiniz var?” sorusuna dönemin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın tepkisi ilginç.
Meclis tutanaklarında yer alan “Bülent Bey, zannediyorum siz demiştiniz ‘ciddî bir rezerv var’ diye. Orada çok ciddî bir rezerv şu an itibarıyla yok. Büyük bir ihtimalle, henüz, birden fazla farklı resmî otoritenin onayladığı büyük bir rezervden bahsedilmiyor. Muhtemelen, birçok farklı kaynağın şu an itibarıyla ortaya koyduğu rezerv miktarı 1 trilyon metreküpün altında. Dünyada 4 büyük gaz üreticisi ve rezerve sahip ülkeden bahsediyorsak İran, Rusya, Türkmenistan ve Katar’dan bahsediyoruz. Yani, bu gaz rezervi çok önemli mi?” cevabı, AKP siyasî iktidarının bu husustaki umursamazlığını ve ağır ihmalini su yüzüne çıkarıyor. (Orhan Uğuroğlu, Yeniçağ, 13.8.20)
Ve bu tesbit, siyasî iktidarın bütün ikaz ve çağrılara rağmen enerji rezervlerini ihmal ve ilgisizliğinin bariz bir belgesi olup akıbet(sizliğ)e sebebiyet verdiği ortaya çıkıyor.
VAZİYET
Savrulan “sarkaç siyaseti”yle…
Bilindiği gibi Ankara’nın Rusya’ya 2.5 milyar dolar ödeyip aldığı ve geçtiğimiz Nisan’da kullanılacağı bizzat Cumhurbaşkanı tarafından kamuoyuna vaad edilen S-400 füzeleri ABD’nin karşı çıkması üzerine hangarlarda bekletiliyor.
Buna mukabil, Cumhurbaşkanı’nın defalarca “dostu Trump”tan aldığı söze rağmen peşinen 1.5 milyar dolar parasını verdiği altı adet F-35 uçaklar Türkiye’ye teslim edilmiş değil. Dahası Türkiye konsorsuyumdan atılarak ortak üretim programında da çıkarılmış.
Vaziyet şu ki S-400 bahanesiyle F-35’ten olurken daha şimdiden Türkiye’nin 4 milyar doları boşa gitmiş; kaybın 12.5 milyar doları bulacağı belirtiliyor.
Özetle, Ankara’nın iç politikada malzeme olarak kullanılan, Dışişleri’nin dışlandığı hamasetli, kavgalı - güdük ve uçtan uca savrulan stratejik vizyondan yoksun dış politikanın istikrarsız “sarkaç siyaseti”, her yönüyle Türkiye’ye kaybettirip “yalnızlığa” itiyor.
GARABET
Demokrasi ve diplomatik ilişkiler
Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Yunanistan’ın Amerikan şirketleri üzerinden İsrail’in tam desteği, Mısır ve Lübnan gibi kıyı ülkelerin katılımıyla yedi Akdeniz ülkesinin “deniz yetki alanları” ve “münhasır ekonomik bölge” anlaşmaları kumpasıyla Doğu Akdeniz’i aralarında parselleyip paylaşmalarına seyirci kalınması, garip “gerekçeler”e - bahanelere bağlanıyor.
Özellikle Türkiye’nin kadim dostu Mısır’la ilişkilerin kesilmesine, darbe ile gelen Sisi’nin bu ülkenin başında olması gösteriliyor. İddiaya göre güya darbeci Sisi’nin yüzünden Ankara, Arap âleminin en baş aktörlerinden Afrika’nın “merkez üssü” ve kapısı Mısır’ı “demokrasi yok” diye diplomatik ilişkileri kesmiş.
Oysa birçok bölge ülkesinde demokrasi yok ve darbeciler yönetiyor. Meselâ, annesiyle bir olup babasını deviren Emir’in başında bulunduğu Katar gibi krallıklarla ilişkiler tam gaz sürdürülüyor.
Hülâsa, siyasî iktidar, tam bir çelişki içinde. Zira eğer darbe ile gelenlerle ilişkiler kesilecekse ve “demokrasi” sözkonusu ise Ortadoğu’daki birçok ülke ile ve dünyanın üçte ikisiyle “diplomatik ilişkilerin kesilmesi” gerekiyor.)