Fıkra gibi anlatılan, ama yaşanmış hadiseleri özetleyen bir hadise vardır: Savaş esnasında bir bölük siperi terk edip geriye çekilmiş. Sonrasında askerlerin başındaki sorumlu kişi “Anlat bakalım, nasıl oldu bu iş” diye hesaba çekilmiş. Bölük sorumlusu bahaneleri sıralarken en başta “Barut yoktu” diye anlatmaya başlayınca komutan sözünü kesmiş ve “Yeterli, başka bir şey anlatmaya gerek yok” demiş.
Bu misalde olduğu gibi bir ülkede, bir memlelette “hukuk” yoksa başka nelerin yok olup olmadığını sormaya, araştırmaya, tartışmaya gerek kalmaz. Hukuk ve adalet bir mülkün, bir devletin, bir memleketin temeli olduğuna göre, temeli olmayan bir yerde başka bir şeyin var olup olmadığı sorgulanır mı?
Ülkemizde hukukun ve adaletin yara bere içinde olduğu her halde tartışılmaz. En üst seviyede yöneticiler dahi belki de 30 yıldan beri hukuksuzluktan ve adaletsizlikten yana şikâyetçi olduklarını ilân ediyorlar. Zaten öyle olmasa “Adelet reformu yapacağız” diye vaadlerde bulunulur muydu? Reform ve iyileştirme ihtiyacı hissedildiğine göre bu noktada ciddî sıkıntılar var demektir.
Bazıları bu meseleyi nedense ciddiye almıyor. Onlara göre hukuk olmasa da olur. Böyle düşünenler adaletsizliğin kendilerine dokunmayacağını düşünen kişilerdir. Oysa bir ülkede hak, hukuk ve adalet yoksa o ülkede, o memlekette aş da, iş de, huzur da olmaz. Hür dünyada kabul gören bu tesbiti sadece muhalifler yapmıyor ki.
İş insanlarının, sermayenin aradığı en önemli şeyin hukuk olduğuna dikkati çeken Adalet Bakan Yardımcısı Zekeriya Birkan’ın, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’ndaki (BTSO) bir toplantıda yaptığı şu konuşmaya bakalım: “Hukuk, hukukun üstünlüğü, demokrasi olacak. Bu yoksa mümkün değil o şehirde, ülkede sermaye de ticaret de olmuyor. Sorunların, çıkan ihtilâfların en kısa sürede çözümlenmesi gerekiyor.” (AA, 31 Ağustos 2019)
Hukuk, hukukun üstünlüğü ve demokrasi olmayan yerde; sermaye ve ticaret de olmuyorsa bu mesele hafife alınabilir mi? Tam aksine bu noktadaki sıkıntıları çözmek ve tam hukuk, tam adalet ve tam demokrasiyi tesis etmeyi birinci öncelikli konu olarak ilân etmek gerekmez mi?
Avrupa’dan da bu noktada ikaz ve uyarılar geliyor. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatovic, Türkiye’de yargı bağımsızlığının ciddî şekilde aşındığı uyarısında bulunmuş. Avrupa’dan gelen bu eleştiriye kulak tıkayanlar olacaktır, ama bu ikaz, Adalet Bakan Yardımcısı’nın ikazından çok farklı mı ki?
Yargı bağımsızlığının tehdit altında olduğu üye ülkeler arasında Macaristan, Polonya, Romanya ile birlikte Türkiye’yi de gösteren Mijatovic, “Bazı hükümetler ve politikacılar yargı bağımsızlığını, tarafsızlığını ve verimliliğini korumak ve güçlendirmek yerine, yargıya müdahale ediyor ve hatta hâkimlere yönelik tehditlere başvuruyorlar” şeklinde konuşmuş. (DW, 3 Eylül 2019)
Acaba, hukukun yaralanmasının ‘olağanüstü hal’ yıllarında meydana gelmesi tesadüf olabilir mi? 12 Eylül 1980 darbesi başta olmak üzere her darbe ve ara dönemde hukuk ve adalet zarar görmüştür. Adaleti muhafaza için en başta darbelere ve darbecilere itiraz etmek gerekir. Tabiî ki ‘olağanüstü hal’ dönemleri de aynı şekilde itirazı hak eder.
Önce hak, hukuk ve adalet isteyelim ki; aş, iş, ekmek ve huzur da gelsin.