Arapça tarik, “yol” tarikat ise “yollar” manasına gelir. Genel olarak “Allah’a ulaştıran yol” manâsında kullanılmaktadır.
Ayrıca; Allah’a ulaşma ve O’nu tanıma yollarından her biri olarak da tanımlanabilir.
Bediüzzaman, “Hülâsa; tarîkat, şeriat dairesinin içinde bir dairedir. Tarîkattan düşen şeriata düşer, fakat -maazallah- şeriattan düşen ebedî hüsranda kalır.” (Asa-yı Musa)
Selçuklu ve Osmanlı’ya özgü düşünce ve inanç hareketleri olarak değerlendirilse de tarikatların çıkış noktası İslâm’ın ta ilk yıllarına kadar dayanır.
Hz. Peygamberimiz (asm); başta Hulefa-i Raşidin olmak üzere sahabelerine değişik usûllerle zikir telkininde bulunmuştur. Bu usûllerin devam etirilmesi tarikatların temelini oluşturmaktadır.
“Cenab-ı Hakk’a vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur’ân’dan alınmıştır.” (Sözler)
Tarikatların başı Resul-i Ekrem (asm) yani tarikat’ı Muhammediyedir (asm). Bekriyye (Sıddîkıyye), Ömeriyye (Farukıyye), Osmaniyye ve Aleviye adlarıyla dört halifeye nisbetle tarikatlar kısımlara ayrılmıştır. Bu tarikatlardan Bekiriye ile Aleviye bir çok koluyla birlikte günümüze kadar gelmiştir.
“Binaenaleyh tarîkattan maksad, ruhsatlarla değil, azimetlerle amel edip ahlâk-ı Peygamberî (asm) ile ahlâklanarak bütün manevî hastalıklardan temizlenip Cenab-ı Hakk’ın rızasında fâni olmaktır.” (Asa-yı Musa)
Kişiyi Allah’a götüren yollar (tarikat); Tarîk-i ahyar, tarîk-i ebrar ve tarîk-i şettâr olarak üç ana guruba ayrılır.
Tarîk-i ahyar; namaz, oruç, hac, Kur’ân okuma gibi ibadet ve salih amellerle ruhun olgunlaşması sağlanmaya çalışılır.
Tarîk-i ebrar; mücahede ve riyazetle nefsini terbiye ve kalbini tasfiye ederek güzel huylar kazanılır.
Tarîk-i şettâri; ilk ikisinin yanı sıra aşk, cezbe ve muhabbetle Hakk’a doğru seyahat edenlerin yolu olarak ifade edilebilir.
“Şu kısa tarîkın evradı: İttiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebairi terk etmektir. Ve bilhâssa namazı ta’dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.” (Sözler)
“Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbanî de (ra) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.
İkincisi: Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyeye tarîkat perdesi altında hizmettir.
Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emraz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vâcib, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.” (Mektubat)
Selâm ve duâ ile.