Üstad Bediüzzaman’ın yaklaşık bir asır önceden; yüzde altmışı yetmişi tam dindar olmadıkça, kendilerini dindar kimlikli olarak tanımlayan partinin başa gelmemesini tavsiye ediyor.
Şayet gelecek olurlarsa dinî değerleri kendi siyasetlerine âlet ederler” de uyarıyor. Üstadın bu mesajından haberdar olan bazı dostlarımızın dinî değerlerin zedelenmemesi için dine hizmet gayesiyle de olsa malûm siyasî partinin başa gelmemesini isteyen ikazlarını kulak ardı ederek, ısrarla mevcut iktidara destek vermelerini anlamak gerçekten mümkün değil.
Yine Üstad Bediüzzaman’ın yıllar önceden; “bir elinde Nur-u Kur’ân’ı; diğer elinde siyaset topuzunu tutan siyasilerin dine hizmet edemezler” açık beyanından haberdar olmayan Müslümanların malûm siyasilerin her fırsatta istimal ettikleri dinî argümanlarına aldanıp, onlardan dine hizmet gibi önemli icraatlarda bulunurlar diye adı geçen partiye verdikleri desteklerini anlamak belki mümkün olabilir.
Ama Üstadın bu çeşit teşhis ve tesbitlerinden haberdar olduklarını bildiğimiz insanların yaşananlardan hâlen ders çıkarmayıp ısrarla mevcut iktidardan dine hizmet beklentilerine girerek, destekte bulunmalarının bir izahı var mı, bilemiyorum.
Yine Üstad’ın; “lisan-ı siyasette bazen lâfız mânanın zıddıdır” tesbitlerinden haberdar olmayanların siyasilerin her söylediklerini hüccet olarak hemen kabul etmelerini belki anlayışla karşılamak mümkün. Ama Üstad’ın yukarıdaki tesbitlerine ilâve olarak; “söylenen her sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz.. Mihenge vurunuz, altın çıkarsa alınız. Piyasada çok silik söz geziyor..” ikazlarından haberdar olduklarını bildiğimiz dostların siyasilerin çoğu zaman cerbezeli söz ve beyanlarını mihenge vurmadan, akıl terazisinden geçirmeden kabul etmelerinin Risale-i Nur ölçü ve prensipleriyle bağdaşır bir izahı var mı?
Yine Üstad’ın; “Tam dindar olanlar siyasetçi olmaz; siyasetçiler de tam dindar olamaz” teşhis ve tesbitlerinden bihaber olan bir çok avam-ı ehl-i din belki safiyane ve amiyane bir anlayışla günümüzdeki bazı siyasetçileri tam müttaki dindar, hatta kusur, günah işlemez kişiler olarak görebilirler.
Ama Üstadın siyasetçiler hakkındaki yukarıdaki tesbitlerine ilâve olarak İslâm tarihinde; “Hulefa-i Raşidin, Ömer İbn-i Abdülaziz ve Mehdi-i Abbasi’den başka tam dindar idareci yoktur” tesbitlerinden haberdar olanların Üstadın bu dikkat çekici tesbitlerini görmezden gelerek, günümüzde bazı siyasî şahısları hata kusur işlemez, tam dindar olarak kabul etmekle kalmayıp, çevrelerine de o şekilde lanse etmelerini anlamak mümkün mü?
Keza Üstad Bediüzzaman’ın; Demokrat siyasî kadroların başa gelmeleri için “vatan, millet, Kur’ân adına” diyerek duâ ederek, nokta-i istinat olarak destek verdiği açık beyanlarından haberdar olmayan kesimlerin siyasî tercihlerindeki bazı hata ve kusurlarını anlamak belki mümkün olabilir.
Velâkin Üstadın yukarıdaki siyasî tercih ve mesajlarından haberdar olarak bildiğimiz insanların, Üstadın siyasî ölçü ve prensiplerini kulak ardı ederek, her defasında Risale-i Nur ölçüleriyle bağdaşmayan tercihler ortaya koyması anlaşılabilir mi?