İsrâ suresinin 44. âyetinde ifâde edildiği gibi, “Her şey Allâh’ı anıp tesbih eder.” Bu zikir ve tesbihler mahlukâtın dilleri adedince çoktur. Her mevcud; kendi lisan-ı hal ve lisân-ı kâl ile zikir, tesbih ve tehlilde bulunur.
Mesela: İnsan, melek ve diğer ruhânî varlıklar; sübhânallah, elhamdülillah, Allâhu Ekber, lâilâhe illallah ve kulhüvallâhu ehad, derler. Lisân-ı kâlleri ile zikir ve tebihte bulunurlar. Aksi sedâ, yani yankı ile de Cenâb-ı Allah dağı, taşı, yeri ve göğü tesbih ettirir.
Sen bir dağa karşı: “Allah” “Sübhânallah” “Allahu Ekber” “Elhamdülillah” desen, aynı tesbîhatı dağın da tekrar ettiğini duyarsın. Bâzen de Allâh’ı tesbih ve zikir, mucize şeklinde gerçekleşir.
Arap Yarımadası çok sıcak; suyu, tarımı ve yiyeceği az bir ülke idi. İşte bu bakımdan, mucizler de Allah’ın bir lütfu, ihsanı ve ikrâmı olarak yiyecek ve içecek su olarak gerçekleşiyordu.
Sahâbe az bir su getiriyordu. Peygamberimiz de getirilen su kabının içine elini kor ve Ashâb’a: “Haydi temiz ve mübârek suya geliniz. Abdest alınız. Bu suyun ziyâdeleşmesi ve artması Allâh tarafındandır” derdi.
Râvî Abdullah İbn-i Mesûd: “Gerçekten ben Resûlullah’ın parmakları arasından suyun kaynayıp aktığını gördüm. Yine biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında yemek yerdik. Resûlullah’ın yanında yemek yerken, taâmın yani yediğimiz yemeklerin, “Sübhânallah” dediğini işitirdik.” diyor.
Evet, Allah dilerse yemek de, dağ, taş ve hava da mucize olarak insan gibi, “Sübhânallah” “Elhamdülillah” ve “Allâhu Ekber” der.
Îman, istikâmet, ihlas, iyi niyet, sıhhât, âfiyet, sabır, takvâ, teşekkür, tevekkül, tesbîh, tekbîr, tehlîl, zikir, fikir, şükür, şifâ, şefâat, Kurân ve sünnet üzere kalınız.