Üstadın “Nefis, Rabbisini tanımak istemiyor; firavunâne, kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azaplar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur kırar; aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir” (Mektubat, s. 477) ifadesi nefsin terbiye edilmediği takdirde ne büyük bir bela haline geldiğini özetliyor.
Nefsin yapısında itaat ve kurallara uyma yoktur. İlginçtir ki ne çileler çekse de o damar onda kalır. Bu durumda yol ikileşir: Ubudiyet ve nefis. İnsanın, nisyan kökünden gelmesinin en önemli sebebi Allah’ı (cc) ve ibadeti unutmasıdır ki, fıtrat hasebiyle nefsini sever. Bu nedendendir ki, Firavuna benzetilmiştir.
Açlık vasıtasıyla nefis; görmek ve kabul etmek istemediği aczini, zaafını ve fakrını görür. Çünkü her türlü zorluk karşısında galip gelmek onu daha da güçlendirirken bir damla suya muhtaçlığını hissetmesi onu mağlup ederek zayıflığını aciz yüzüne çarpar. Bu hale düşen nefsin ilahlık iddia etmesi mümkün müdür? Artık, firavunluk cephesine darbe indirilmiştir. Unutmak istediği Rabbini hatırlamaya başlamıştır.
Böylece nefis, tüm nimetleri yaratan ve her saniye sayısız nimet ihsan eden Rabbine kulluk etmekten başka çıkış yolu olmadığını anlar.