Üç buçuk yıl kadar önce Şili’de meydana gelen maden kazasında, 63 gün boyunca göçük altında kaldıktan sonra sağ salim çıkarılan madencilerle ilgili olarak—ki bunlardan bazıları daha sonra, geçtiğimiz günlerde vefat eden Şeyh Nâzım Kıbrısî’yi ziyaret ederek, olay sırasındaki duaları ve manevî desteği için teşekkür etmişlerdi—şöyle yazmıştık:
“Şili’nin imrenilecek en önemli başarılarından biri, 1990’a kadar cunta rejimiyle yönetilmesine ve ondan sonra da yıllarca cunta kalıntılarının devletteki varlığı ile direnişinin devam etmesine rağmen, demokratikleşme sürecini ilerletmesi.
“Ve demokratikleşmenin getirdiği kazanımları hayatın diğer alanlarına da taşımayı başarması.
“Üstelik bunu, Türkiye örneğinde demokratikleşme için pozitif anlamda itici ve sürükleyici bir etken olan AB gibi bir faktör olmadan, büyük ölçüde kendi iç dinamikleriyle yapabilmesi.
“Yakın zamanda bunun iki örneğini gördük.
“Biri, tarihin en büyük depremlerine maruz kalan ve defalarca yerle bir olan bir ülke olarak, geçtiğimiz Ocak’taki Haiti depreminden bir ay sonra, Şubat sonunda yine 8.8’lik bir zelzele ile sarsılmasına rağmen, bu depremin yol açtığı kayıpların ve tahribatın bizdeki 17 Ağustos’la kıyaslandığında çok düşük seviyelerde kalması.
“Bu, gerek altyapı, gerekse arama-kurtarma ve tekrar yapılanma konularında Şili’nin bizden çok daha ileride ve başarılı olduğunu gösteriyor.
“İkinci örnek, 69 gün boyunca göçük altında kaldıktan sonra sağ salim kurtarılan 33 madenci olayı. Gerekli tedbirler alınmadığı için sık sık yaşanan maden kazalarında birçok evlâdını kurban vermiş ve vermeye de devam eden ülkemizin özellikle ders alması gereken bir olay bu.
“Hele geçen Mayıs’ta Zonguldak-Karadon’daki kömür işletmesinde göçük altında kalan iki madencinin cenazesine beş aydır ulaşılamadığı, sırf bu iş için uluslararası bir ihale açıldığı ve onun da henüz gerçekleşmemiş olduğu hatırlanırsa...
“Uzmanlar, bu konuda Şili ile aramızdaki temel farkın ‘insana bakış açısı ve insana verilen değer’ noktasında ortaya çıktığını söylüyorlar.
“Ve bu konuda da niçin Şili’nin gerisinde kaldığımızı çok iyi irdeleyip tahlil etmemiz lâzım. ”
15.10.10 günü burada çıkan “Şili dersleri” başlıklı yazımızdan aktardığımız bu pasajlarda vurguladığımız hususların önemi, hepimizin yüreğini dağlayan Soma faciası sonrasında bir defa daha çok çarpıcı bir şekilde gözler önüne serildi.
Demokratikleşmede yerinde sayan Türkiye, iş güvenliği konusunda da gelişme kaydedemiyor.
Tam tersine, hızla gerilere doğru gidiyor.
Keşke Türkiye, Soma kazasını da “Böyle ölümler bu mesleğin kaderinde var” anlayışıyla geçiştirmek yerine, konuyu topyekûn bir demokratik sistem yenilenmesi çerçevesinde ele alabilse...