Karanlık ve meş’um 15 Temmuz olayından beş gün sonra ilan edilip iki yıl devam eden OHAL tüm toplumun yanı sıra devlet kurumlarının da üzerinden silindir gibi geçti.
Üniversiteler de bu durumdan en çok etkilenen kurumlar arasında yer aldı. Binlerce öğretim üyesi ihraç edildi, kazanılmış bütün hakları tamamen gasp edilerek ortada bırakıldı, tutuklandı, itibarsızlaştırılmaya çalışıldı.
Pasaportları alındığı için çoğu dışarıya da gidemedi. Gidebilenler kaçak yollardan gitti. Belki kaçış yollarında can verenler oldu.
Bir anda işsiz kalan profesörler, doçentler pazarcılık, pompacılık, çaycılık, garsonluk... yaparak evini geçindirme derdine düştü.
Üniversitede kalanlar ise Yeni Asya’nın manşetine yansıdığı gibi (8.12.19), korku ortamı ve atmosferi içinde sindirildi. Hafiye korkusu, soruşturma tehdidi, sosyal dışlanma, yalnızlık ve otosansür gibi sorunlarla karşı karşıyalar.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesinde yaşanan unutulmaz “muhbir vahşeti,” bu sürecin doğurduğu en dehşet verici örneklerdendi.
Böyle bir ortamda düşünce, bilim ve proje üretmenin ne derece mümkün olabileceğini sormak dahi abes. İnsanlar kendilerini hür hissedemiyorlarsa neyi nasıl üretecekler?
Bu kadro boşal(tıl)masının yol açtığı vahim tablonun bilançosu halen çıkarılabilmiş ve hasar tesbiti dahi yapılabilmiş değil. Ancak hissedildiği kadarıyla bile çok ürkütücü.
Bazı üniversite hastanelerinde kritik ameliyatları yapacak uzman kalmadığına ilişkin duyumlar, bunun ipuçlarından sadece biri.
Nitelikli insanların ihbar ve iftira furyalarıyla tasfiye edilip biçilmesi ve yerlerinin ehliyet ve liyakat ölçüleri hiçe sayılarak yapılan siyasî atamalarla doldurulması, son günlerde bir miktar gündeme gelen “yayınsız ve atıfsız rektörler” vakıasını önümüze çıkardı.
Velhâsıl OHAL takviyeli tek adam rejiminin hukuksuz ve keyfî uygulamaları ile demokrasinin iyice daralması, üniversiteleri de nefes alamaz hale getirdi. Oysa düşünce, bilim ve sanat ancak hürriyet ortamında gelişebilir.
Bu çıkmazdan çıkış yolu, 110 sene önce ilmî istibdadı taklidin pederi ve siyasî istibdadın çocuğu olarak niteleyip çözümün “devlet-i ilmiyede meşrutiyet-i ilmiye tesis etmek” olduğunu vurgulayan Bediüzzaman’ın tesbitlerinde.
(Eski Said Dönemi Eserleri, s. 60-1, 209).