"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ali Kuşçu: Semerkant’tan Dersaadet’e

M. Latif SALİHOĞLU
16 Aralık 2019, Pazartesi
TARİHİN YORUMU: 16 ARALIK 1474

Yaşadığı çağın en önde gelen ilim ve fen adamlarından biri olan Ali Kuşçu, 16 Aralık 1474’te İstanbul’da vefat etti.

Ali Kuşçu, tahminlere dayanan kayıtlara göre, 1403 senesinde Semerkant’ta (Türkistan) doğdu. Babası Muhammed, Timur'un torunlarından Maveraünnehir Emiri Uluğ Beyin "Kuşçubaşı"sıydı. Kendisine "Kuşçu" lâkabının verilmesi de buradan, baba mesleğinden kaynaklanıyor.

Küçüklüğünde çok iyi bir eğitim gören Ali Kuşçu, fıtratında var olan şiddetli merak saikasıyla da, ilmini kısa sürede geliştirme şansına sahipti. Onun en çok ilgi duyduğu ilim, matematik ve astronomi idi. Bu şiddetli ilgi ve merakı sebebiyle, devrin en büyük âlimlerinden olan Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî gibi zâtlardan matematik ve astronomi dersi almaya yöneldi. Ancak, o bununla yetinmedi. İlmini daha da geliştirmek için Kirman şehrine gitti. Burada Kamerin Safhaları ile Şerh-i Tecrîd isimli eserleri kaleme aldı.

* * *

Semerkant ve Kirman'daki ilmî tahsilini tamamladıktan sonra, Maveraünnehir Emiri olan Uluğ Beyin yardımcısı oldu.

Aynı zamanda, rasathaneye de müdür tayin edildi. Rasathanede gece gündüz çalışıyor, bu sahadaki ilmî keşiflere yenilerini katmak için âzamî gayret gösteriyordu.

Semerkant'taki Uluğ Bey Rasathanesi, bu dönem itibariyle dünyanın en gelişmiş, en donanımlı ve hayranlık uyandıran bir seviyeye gelmiş durumdaydı.

Yaklaşık otuz sene müddetle astronomi sahasında çalışan Ali Kuşçu, 1949'da her şeyi bir tarafa bırakarak Hacca gitmeye karar verdi. Bu davranışının sebebi, en olmayacak bir zamanda ve en olmayacak bir vukuatla, değerli hükümdarı Uluğ Beyin 1449'da katledilmesiydi. Maalesef, hem âlim, hem kudretli bir hûkümdar olan Uluğ Bey, kendi öz oğlunun ihânetine uğramıştı.

Uluğ Beyin bir ihanete kurban gitmesi Ali Kuşçu'nun da dünyasını değiştirmeye sebebiyet verdi. Bu fecî hadise, onu fazlasıyla sarstığı için, çoluk çocuğunu da alarak Tebriz'e göçtü. Burada, Akkoyunlu devletinin sultanı Uzun Hasan'ın yanına gitti ve bu kez onun hizmetinde çalışmaya başladı.

Uzun Hasan, Ali Kuşçu'ya hem hürmet, hem itimat ediyordu. Öyle ki, Konstantiniye Fatihi Sultan Mehmed Hân ile olan ihtilâfında bile onun aracılık yapmasını istedi.

Ali Kuşçu, Fatih'in de kendini iyi yetiştirmiş bir mühendis, bir ilim adamı olduğunu biliyordu; haliyle tanışmak da istiyordu... Kendisine çokça itibar eden Uzun Hasan'ın dileğini kırmayarak, Dersaadet’e gitmek üzere yola çıktı ve günün birinde Osmanlı'nın hükümet merkezi İstanbul'a vâsıl oldu. Nihayet, Padişahın huzuruna çıktı ve ondan da şaşırtacak derecede büyük iltifatlar gördü.

* * *

Ali Kuşçu, İstanbul'a Uzun Hasan'ın elçisi sıfatıyla gelmişti. Padişaha sebeb-i ziyaretini anlattı. Padişah da dinleyip bunları kayda geçirdi. Ne var ki, Sultan Fatih, bilgin elçinin hemen Tebriz'e dönmesini istemedi. Ona şöyle bir teklifte bulundu: "Bir müddet İstanbul'da kalın. Rasathanemizi de görün. Bilginlerimizle müşterek çalışmalar yapın. Ayrıca, sahip olduğunuz ilmî vukufiyetle, medreselerde tahsil gören ilim heveslisi gençleri yetiştirmeye çalışın."

Ali Kuşçu, bu teklifi beklenmedik bir iltifat olarak kabul etti. Her bakımdan kendini yetiştirmiş olarak gördüğü Sultan Fatih'in bu arzusunu bir nevi emir olarak telâkki etti. Ama, ahlâklı ve dürüst bir ilim adamı olduğu için, Sultan Fatih'e şu sözlerle mukabelede bulundu: “Hünkârım, izin verirlerse önce Tebriz'e döneyim. Çünkü burada olmamın gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı'nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr dâvetini kabul etmeden önce, vazifemi iyi bir neticeye ulaştırdığımı, itimat ederek beni gönderen insana bildireyim.”

Sultan Fatih, Ali Kuşçu'nun bu yaklaşım tarzından da hoşnut olup takdirle karşıladı: Zira, hem yapılan dâveti reddetmiyor, hem de üzerine aldığı vazifenin hakkını vererek dürüst bir davranış sergiliyordu.

Bir müddet sonra geri dönen Ali Kuşçu, Sultan Fatih'e verdiği sözünü tutmuş oldu. Yaklaşık iki yıl sonra, ailesini de alarak Tebriz'den Dersaadet’e geldi ve hayatının sonuna kadar da İstanbul'da kalarak ilmî hizmetlerde bulundu. Mezarı Eyüp Sultan Kabristanı’nda olup, telif etmiş olduğu ilmî-fennî eserlerinin sayısı onlarcadır.

Okunma Sayısı: 3006
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı