Dünya ve içindekilerin fâni olmasından şikâyet edip duruyoruz. Ne var ki, bizim için bâki olan bütün güzellikler şu fâni âlemde gizli tutuluyor.
Özetle, “Beka fenâdan çıkıyor.” O halde, fenâ ve fâni olanlardan yüz çevirip, her şeyin bekâya bakan veçhesine odaklanmalı. Aksi halde, her iki dünyada da kendi zararımıza çalışmış oluruz.
Zira ti, şahıslar fâni, makam-mevkiler fâni, servet-şöhretler fâni, hayat ve sâir nimetler fâni. Bâki olan sadece Allah’tır ve O’nun kulları için var edip vâdetmiş olduğu ebedî hayat nimetidir.
*
Yukarıda sıralamış olduğumuz muhkem hakikatleri bilmeyen yok gibi. Asıl mesele, bildiğini ve inandığını iç âlemine sindire sindire, bunları hayatına, hizmetine, hareket ve davranışlarına yansıtabilmekte… Evet, asıl keyfiyet, kalite burada.
Ne var ki, insanların, hatta mütedeyyin Müslümanların küçümsenmeyecek bir kısmı keyfiyetten çok kemiyete, kalitede çok mebzûliyete meyledip ehemmiyet veriyor.
Aynı şekilde, bâkî hakikatlerden ziyade fâni, geçici, muvakkat şeylere perestiş ediliyor. Bunları görüp hayrette kalmamak elde değil.
Bakıyorsunuz, karşınızdaki Müslüman, itikadı kuvvetli olduğu halde, kaskatı şekilde şahıs-perest kesiliyor, makam-perest olabiliyor, servete-şöhrete kavuşmaya can atıyor.
Meselâ, hiç düşünmeden ve hiç rezerv koymadan bir fâni şahsa olan hayranlığını, aşırı düşkünlüğünü, hatta “sonuna kadar” diyerek, hayatı boyunca ona bağlı kalacağını ulu orta yerde söyleyebiliyor.
Bu tür fanatik tipler, o an için hiçbir sıkıntı hissetmemesine rağmen, ileride şoklar, beyin zonklamaları, travmatik haller yaşaması kaçınılmaz olacak.
Siz, olacakları tâ başında beri görüyor ve ona aslında acıyarak bazı hatırlatmalarda bulunuyorsunuz. Fakat, tetikçilikten ve meddahlıktan başka marifeti olmayan bu kimseler, sizi maalesef anlayamıyor, hatta çoğu zaman yanlış anlıyor.
Evet, bunlar ne yazık ki, kesinkes bir yanlışın içine düşmüş, körkütük gidiyorlar. Tâ ki, kafalarını sert bir kayaya çarpıncaya kadar...
Yine, sayısız tecrübelerle sâbittir ki, bunlar sevdikleri, perestiş ettikleri şahıslara sonradan düşman da olabiliyorlar. Hatta en şiddetli muhalif, en keskin birer muarız da kesilebiliyorlar. Bu ihtimali de daima göz önünde bulundurmak lazım.
*
Şahıs meselesine takılıp kalarak ve kendi kafa feneri ile hareket edenler, esasen dengeyi tâ baştan bozmuş demektir. Terazisi da bir türlü düzgün tartmıyor artık. Ölçü, kantar, mizân gitmiş, bozulmuş yani...
Ne diyelim: Allah ıslâh etsin böylelerini.
Kur’ân şâkirtliğinde, bilhassa Risâle-i Nur meslek ve meşreb dairesi içinde, peder ile evlât, mürşid ile mürit arasındaki münasebetin söz konusu olmadığı ve olamayacağı hususu kerratla nazara veriliyor.
Aynı şekilde, bilhassa Münâzarât isimli eserde, “büyük adam” telâkki edilen şeyhlere ve ağalara boyun eğilmemesi, onlara serfürû edilmemesi, aklının-fikrinin onların ceplerine konulmaması gibi hususlar, tesirli bir şekilde izah edilip ders veriliyor. Ne mutlu, bu ulvî hakikatlerden hissesi ziyaden olanlara.