Eyüp Sultan Kabristanı’ndaki Zübeyir Gündüzalp ile Mustafa Polat’ın mezar yeri yanyana duruyor.
Vefatları arasında 8 aylık bir süre var. Mustafa Polat daha önce vefat etti. Ne var ki, onun mezar yerinin tesbitinde öncülük eden kişi yine Zübeyir Gündüzalp. Zira, Polat için ilk tasarlanan mezar yeri, Piyerloti’ye bakan tepede, Mareşal F. Çakmak’a yakın bir yer idi. Zübeyir Ağabeyin muvafakat vermemesiyle oradan vazgeçilir ve şimdiki yerde karar kılınır.
Garip bir tevafuktur ki, Zübeyir Ağabey, bir cihette hem kendi mezar yerini hem de kendisinden sonraki a ğabeylerin mezar mıntıkasını bu sûretle belirlemiş oluyordu.
*
2 Nisan günü Zübeyir Gündüzalp’in vefat yıldönümü, 3 Nisan Tahirî Mutlu ile M. Emin Birinci’nin, 6 Nisan ise, geçen sene aynı gün rahmet-i Rahman’a kavuşan Mehmet Kutlular’ın vefat yıldönümü. Onların dördü de Nisan yağmurları gibi düştüler Eyüp Sultan toprağına. Birbirlerine yakın yerde yatıyorlar.
Hemen her fırsatta ziyaretlerine gidiyoruz. Her gittiğimizde, Türkiye’nin her yerinden, hatta dünyanın muhtelif ülkelerinden gelen ziyaretçilerle karşılaşıyoruz. Orada Kur’ân, Cevşen okunuyor; Risâle-i Nur’dan bahisler okunuyor.
Bu dünyada olduğu gibi, âhiret yurdunda da biz dahi onlara yakın ve komşu olmak arzusundayız. Lâyık olabilirsek, ne mutlu.
*
Onu yakından tanıyan hemen herkesin şehadetiyle, Ermenekli Zübeyir Gündüzalp, Hazret-i Bediüzzaman’a hizmetkâr olmakta ve Risâle-i Nur ile hizmet etmekte fenâ bulmuş, fânî olmuş bir şahsiyettir.
Üstad Bediüzzaman’ın “Kâinata değişmem” dediği bu aziz talebesi, aynı zamanda bir sadâkat timsâlidir. Mehmet Kutlular gibi şahitlerin de ikrariyle, pekçok meziyete sahip müstesna bir şahsiyettir. O meziyetlerin bir kısmını şöylece özetlemek mümkün: Kendi meslek ve meşrebinin muhabbeti ile yaşamak. İnandığı prensiplerinden asla tâviz vermemek. İnandığı hakikatlere tam bir dirayetle sabit ve sadık kalmak. Ehl-i imana kin bağlamamak, husûmet beslememek; düşmanlık etmemek. Buna mukabil, her önüne gelene “mavi boncuk” dağıtmamak. Kimseye yaranmaya çalışmamak. Kendini kimseye istismar ettirmemek. İstikametli çizgideki istikrarını bozmamak ve sarsılmamak. Takdire şâyân bir sabır ve sebat ile hizmetine kırıksız, katışıksız ve tereddütsüz şekilde devam etmek.
*
Ermenek’teki hemşehrileri, Zübeyir Ağabeyin 1950’lerde ailesine yazmış olduğu bir mektubunu gönderdiler. Uzunca bir mektup. İçinde pek düşündürücü noktalar var. Şimdilik, kısacık bir bölümü şöylece takdim etmiş olalım:
“Müşfik ve muhterem pederim, validem; sevgili kardeşlerim ve eniştelerim,
“Üstadımız Bediüzzaman’a telgrafla yazdığınız Ramazan-ı Şerif tebrikini okudum. Buyurdular ki: Peder ve validesi madem Zübeyir’i Risâle-i Nur’a vakfetmişler, her sabah onlara duâ ediyorum.
“Şefkatli babam,
“Cenâb-ı Hak senden ebediyen razı olsun. Sana imân-ı kâmil versin. Ebedî saadet ve selâmet ihsan eylesin.
“Benim gibi pekçok Müslümanın ‘Bediüzzaman, eşi olmayan büyük bir zattır. Onun duâsına muhtacız. Onun Risâle-i Nur kitapları olmasa idi, belki de gàvurlar bizi mahvedecekti’ dediği o zatın hizmetinde bulunmak şerefi ve nimeti, senin sayende olup Allah’ın size ve bana büyük bir lütfudur. Çünkü, bir evlâdın hayırlı olması, bir cihette babası-atası sayesindedir. Sen beni şefkatle büyüttün. Terbiye ettin. Helâl lokma yedirdin. Anam da senin helâl kazancın sayesinde helâl süt emdirdi.
“İşte ben böyle bir ata sayesinde Bediüzzaman Hazretleri gibi bütün cihanın alâkadar olduğu bir zatın hizmetine kabul edildim. Senin gibi öyle bir atanın sayesinde, Risâle-i Nur kitapları gibi milyonlarca Müslümanın sarıldığı, aşkla, merakla, sevgiyle okuduğu, dinlediği ve imanını kurtardığı kitapları tanıyıp okumak nasib oldu. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükürler olsun.”
(Devamı var)