Ey gazeteciler! Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı.
(Bediüzzaman)
Toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmek için demokratik bir zemin olması şarttır. Demokratik şuur her alanda geliştikçe toplum üzerine düşen sorumluluk ve ödevleri yapar, kendi temel hak ve hürriyetlerine de sahip çıkar.
Bunlardan basın hürriyeti; içinde -geniş anlamda- ifade, fikir ve eleştiri hürriyetini, bilgi edinme ve haber alma hürriyetini ve nihayet din ve vicdan hürriyetini de ihtiva ediyor denilebilir.
Halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ancak bununla mümkündür. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu sebeple ayrı bir konumu bulunmaktadır.
KİŞİLİK HAKLARINA RİAYET
Basın hürriyeti, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanununun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının baskı altında kalmadan, korkmadan, hür bir şekilde yayın yapmasının güvence altına alınmıştır. Ne var ki; diğerlerinde olduğu gibi basın hürriyeti de sınırsız değildir. Yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel kanunlarla güvence altına alınan kişilik haklarına saygı göstermesi, saldırıda bulunmaması da hukukî bir mecburiyettir.
Gerek yazılı ve gerekse görüntülü basın bu görevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, toplum ilgisinin varlığını, konunun güncelliğini ve haber verilirken özle biçim arasındaki denge de korunmalıdır.
OBJEKTİF YAYINCILIK-GÖRÜNÜR GERÇEKLİK
Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. Olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen her şeyi mümkün olduğu kadar araştırmalı, incelemeli ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek yazılı ve gerekse görüntülü basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır.
‘SARSICI, ŞOK EDİCİ, KABA, İNCİTİCİ’ OLSA BİLE..
Basın, yalnızca olay açıklamasıyla yetinmeyip değişik açılardan olayların değerlendirmesi ile birlikte eleştiri de yapabilir. Sadece belli kesimin veya muktedir gücün hoşuna giden şeyleri değil, hoşa gitmeyen, rahatsız edici gerçekleri de yayınlar.
Basın yapısı gereği esasen muhalif ve eleştirel bir duruş sergilemektedir ve öyle olmalıdır. Bu eleştiriler AİHM içtihatlarına göre ‘sarsıcı, şok edici, kaba, incitici’ olsa bile şiddet çağrısı yapmıyorsa basın hürriyeti kapsamında değerlendirilmelidir.
İKİ FASİT KIYAS: KAMUOYUNU BATAKLIĞA DÜŞÜRMEK!
Bediüzzaman Hazretleri’nin yaklaşık yüz yıl önce, yaptığı meşhur savunmasında söylediği şu sözler, bu gün için de geçerliliğini sürdürüyor.
“Otuz Bir (31) Mart Hadisesi’nde Divan-ı Harb-i Örfîde dedim ki:
Gazeteler iki kıyas-ı fâsid cihetiyle ve haysiyet kırıcı bir neşriyat ile ahlâk-ı İslâmiyeyi sarstılar. Ve efkâr-ı umumîyeyi perişan ettiler. “Ey gazeteciler! Edipler edeplí olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli.
“Halbuki, siz iki kıyâs-ı fâsidle, yâni taşrayı İstanbul’a ve İstanbul’u Avrupa’ya kıyas ederek efkâr-ı umumiyeyi bataklığa düşürdünüz. Ve şahsî garazları ve fikr-i intikamı uyandırdınız.”
Bu gün yazılı ve görüntülü basının; halkın doğru, tarafsız, korkusuz bir şekilde haber alma, gerçekleri öğrenme, fikirlerini serbestçe ifade ve yayma, beğenmediği hususları tenkit etme hürriyetine hizmet edip etmediği hususu okuyucuların takdirine bırakılmıştır efendim.