Yıldızlar parlıyordu gökyüzünde. Her yıldız bir gezegense binlerce gezegenle mülâkata girmiştim. Bu mülâkatta karşı taraf çok sessizdi.
Bir yıldız kayınca bir dilek tut, derdi okuduğum kitabın satırlarından birisi. Kayan yıldızı görünce aklıma hiçbir dilek gelmedi nedense. Sonra onun yerinde yeni bir yıldız göz kırptı. Ne güzeldi gökyüzü. Sanki siyah bir çarşafın gümüş beyazı simli desenleri.
Bu gökyüzünün altında olanları düşündüm sonra. Meselâ o anda Arakan’lı yaşıtım da bu gökyüzüne bakıp kayan yıldızlar hakkında ne düşünüyordu? Gazze’de bombaların ışığına mı karışmıştı yıldızlar?
Hayat çok garip. Aynı gökyüzünün altından aynı görüntüye bakarak ayrı düşünen milyonlarca insandık. Bazen iyi bazen kötü düşünüyorduk. Farklı giyiniyorduk, farklı yemekler yiyorduk, farklı dilleri konuşuyorduk, ama ortak tek noktamız vardı; insan olmamız.
Ama bazen kötülük iyiliğin çok önüne geçiyordu. Kalp küçük siyah noktalarla kirleniyor ve kirler büyüyünce simsiyah oluyordu. Kalbin temizlik suyu yok mu? Ya da insanlar var olan iyiliğin beyazlığını neden görmüyorlar? Arakan’da yapılan kötülükler, Filistin’de yapılan zulümler nasıl düzelecek?
Rahmetli bir Hacı Hayrunisa Teyze vardı. Doğu Türkistan’dan kaçmışlar. Aslen Çinli idi, ama Çinli deyince asla kabul etmiyor ve gözleri dalıyordu. İçindeki fırtınalar gözüne yansıyordu. Kim bilir anlatamadığı neler görmüştü kalbinde sakladığı?
Yıldızlara bakıyordum öylece. Her yıldızın parlaması farklıydı. Bazısı sönük, bazısı çok canlı, ama oradan herkesi gören kocaman kalpleri vardı. Her yıldızın anlatacak hikâyesi vardı ve dinleyen bunu duyabilirdi.