"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Arayış

Misbah ERATİLLA
07 Şubat 2021, Pazar
Babam bana çizgili bir gömlek aldığında ilk defa ona “beğenmedim” dediğimde sinirlenerek “Sen ne anlarsın güzel gömlekten” dediği günden itibaren babamla sorunsuz günlerim sona ermişti.

O günden sonra bana bir şeyler olduğunu hissettim. İrademin dışında bir şey yaptırılmak istendiğinde hemen tepki vererek ona karşı çıktım. Sanki o eski ben gitmiş, yerine tanımadığım başka bir ben gelmişti. Uzaktan kumanda ile idare edilen ben gitmiş yerine irade direksiyonun başına geçmiş biri gelmişti. 

Bu yeni ben, hiçbir işine kimseyi karıştırmayan biriydi. Bu yeni ben ne giyeceğime ne yiyeceğime, nasıl hareket edeceğime ve kimlerle arkadaşlık edeceğime kimseyi karıştırmıyordu. Tepkilerim art arda gelince evde bir yabancı gibi yalnız kaldım. Babam beni her gördüğünde “Bu çocuğa ne oldu böyle?” diye kendi kendine söylenmeye başladı. Ardından “O, efendi söz dinleyen melek gibi çocuk gitmiş yerine aksi inatçı sinirli hiçbir şeyi beğenmeyen bir çocuk gelmiş.” demeye başladı. 

Annem durumu düzeltmek için “Oğlum ders çalış, eve geç gelme, kötü arkadaşlarla gezme!” dediğinde sinirlenerek “Bana akıl verme ne yaptığımı biliyorum.” diye kapıyı çarparak evden çıkardım. 

Her nasihatten sonra “Bana karışmayın ben dünkü çocuk değilim. Neyin iyi, neyin kötü olduğunu biliyorum.” dediğimde annem “Sen ne anlarsın oğlum bizim yıllardır yaşadığımız tecrübelerimiz var. Beni dinle!” deyince ona “Aklım bana yeter bir daha bana ne yapmak istediğimi söyleme!” diye anneme çıkışırdım. Artık ev dinlenilen huzur bulunan yer olmaktan çıkmış yangın yerine dönen bir yer haline gelmişti. Artık beni evde anlayan, bana değer veren kimsenin kalmadığını düşünerek sokakta bana yakın arkadaşlarla vakit geçirmeye başladım. Çünkü artık büyümüş her şeyin en iyisini biliyordum. Annemle babam beni anlamıyor, irademi elimden almak istiyor ve bana kötü bir çocukmuşum gibi bakıyorlardı. Halbuki ben onlardan fazla bir şey istemiyordum. Yalnız, bir kukla olmadığımı anlamalarını istiyordum. Kısa bir zaman sonra babamla iletişim koptu. Annemle de aramda çok ince bir bağ kalmıştı. Kendimi değerli görmeye başlamıştım. Beni değerli görmeyene ben de değer vermiyordum. Bütün kararlarda kontrolü elimde tutmak istiyordum. Her gün aynanın karşısına geçip saçlarıma farklı şekiller veriyordum. Kıyafetlerimi kendim seçiyordum. İstediğim arkadaşla gezip dolaşıyordum. Böylece beni anlayan ve yakınlık kuran candan birçok arkadaşlarım olmuştu.

Bir öğleden sonra idi. Arkadaşlarla her zamanki gibi buluştuğumuz yere gelmiştim. Arkadaşlarımdan biri okuduğu bir kitaptan söz etti. Kitabı bir film seyretmiş gibi anlattı. Kitaptan o kadar çok etkilendim ki hemen gidip o kitaptan aldım ve büyük bir heyecanla okumaya başladım. Kitap o kadar akıcı ve etkileyici idi ki beni yeni hayallere ve yeni dünyalara sürüklemişti. O kitap içi boş bir tabloya bir şeyler çiziliyor gibi ruhumda bir şeyler hissetmeme sebep oldu. Kitabı okudukça ne kadar çok bilmem gereken şeylerin olduğunu hissettim. Kendimi ve çevremde olup bitenleri daha iyi kavramak için yeni kitaplar okumaya başladım. Okudukça içimde dünyayı değiştirecek enerji ve istek olduğunu hissediyordum. Kendimi iradesi elinde okyanusa açılmış büyük bir geminin kaptanı gibi hissetmeye başladım. Kitapları okudukça kendime “Nereye gidiyorum. Bu dünyaya neden geldim. Gidenler nereye gidiyor?” gibi sorular soruyordum. Sabahlara kadar kafamın içindeki damarlarımı zonklardı. Hayat kucağını açmış, ama dikenleriyle her yanımı sıkarak kanatıyordu. İlk sıkıştırma annem ve babamdan gelmişti. Daha sonraları bedenim büyüdü, sesim kalınlaştı. Sanki içime farklı biri girmişti. En zoru da kafama yüzlerce dâvetsiz soru gelmişti. Öyle sorulardı ki otogara doluşan yolcular gibi nereye gittikleri belli değildi. Sorular zamanla zihnimde birer yılan gibi yuva kurunca yüreğim ve zihnim dayanılmaz acılarla dolmaya başladı. Gece oldu mu başımı yastığa koyar koymaz yorganı üstüme çekerek her şeyden kaçmak istiyordum, ama kaçamıyordum. Büyümenin ne zor olduğunu yeni yeni öğreniyordum. İradem elimdeydi, ama hiçbir şeyden tat alamıyordum. İçimde bir volkan patlıyor gibiydi. Sorular gittikçe şiddetlendi ve beraberinde bu sorular acı vermeye başladılar. 

Bir gün cesaretimi toplayarak bir arkadaşıma üstü örtülü kafamdaki sorulardan birini sorunca arkadaşım “Kafamda çok soru dolaşıyor cevabını bulamıyorum. Kendimi unutmak için eğlenceye veya spora vererek unutmaya çalışıyorum!” dedi. Bir süre ben de arkadaşımın dediği gibi yaptım, ama soruları zihnimden uzaklaştıramadım. Daha sonra kitapçı vitrinlerine dizilen kitaplardan sorularımın cevaplarını aramaya başladım. Türlü türlü kitaplar okudukça sorularıma yeni yeni sorular eklendi. Bir zaman sonra durumum daha da karmaşık hale geldi.

Kafam karmakarışık sorularla meşgulken bir gece bir ev sohbetine gittim. İçeride onun üzerinde kişi vardı. Birinin elinde kalın kırmızı ciltli bir kitap sesli konuşur gibi şöyle diyordu: “Ey insan! Fenaya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz! Siz fenâya değil, bekâya gidiyorsunuz. Âdeme değil, vücûd-ı daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nûra giriyorsunuz. Sahib ve Mâlik-i Hakikî’nin tarafına gidiyorsunuz ve Sultan-ı Ezelî’nin pâyitahtına dönüyorsunuz.” 

Sonra kitapta ilgili kısım şöyle devam ediyordu: “İKİNCİ ESAS: Kur’ân-ı Hakîmin hikmeti, hayat-ı şahsiyeye verdiği terbiye-i ahlâkiye ve hikmet-i felsefenin verdiği dersin muvâzenesi. Felsefenin hâlis bir tilmizi, bir firavundur. Fakat menfaati için en hasis şeye ibâdet eden bir firavun-ı zelîldir; her menfaatli şeyi kendine Rab tanır. Hem, o dinsiz şâkird, mütemerrid ve muanniddir. Fakat bir lezzet için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir; şeytan gibi şahısların bir menfaat-i hasîse için ayağını öpmekle zillet gösterir; denî bir muanniddir. Hem, o dinsiz şâkird, cebbâr bir mağrurdur, fakat kalbinde nokta-i istinad bulmadığı için, zâtında gayet acz ile âciz bir cebbâr-ı hodfüruştur. Hem o şâkird, menfaatperest hodendiştir ki gâye-i himmeti nefs ve batnın ve fercin hevesâtını tatmin ve menfaat-i şahsiyesini bazı menfaat-i kavmiye içinde arayan, dessas bir hodgâmdır.” 

Kitaptaki ilgili kısım okundukça merakım arttı. İçimdeki soruların cevaplarını bulmuş gibiydim. O gece bütün duygularımla okuyanı dinledim. Sohbet bittikten sonra kitabı okuyan kişiye yanaştım ve kitabı okumak istediğimi söyleyince kitabı bana uzattı. Kitabı aldım. O gece sabaha kadar kitabı bir hastanın tedavi olmak için aldığı ilâç gibi okudum. Birkaç gün evden çıkmayarak kitabı okumaya devam ettim. Diğer kitapları da bularak okumalarımı sürdürdüm. O sisli dikenli aklım ve yüreğim her sayfadan sonra güneşli berrak bir gökyüzüne dönüştü. Kalbim Cennetten bir bahçe oldu. Altı ay sonra yaralarım sarılmış kendimle barışık duruma gelmiştim. Annem ile babamla da eski sorunsuz günlerime dönmüştüm. Artık okuduğum kitaplar hem yoldaşım hem kılavuzum hem de arkadaşım olmuştu. Büyüyordum, ama bu defa gerçekten büyüyordum.

Okunma Sayısı: 2402
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mehmet Emin

    7.2.2021 10:36:45

    Sonunu nasıl bağlar diye merak ettim.Guzel bağlamışsın.Tebrikler Hocam..

  • ihsan

    7.2.2021 10:20:18

    Allah razı olsun, hocam.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı