"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Fatih’te Teravih

Muhsin Duran
18 Temmuz 2015, Cumartesi
Şekerci Han’daki iftar yemeğinden sonra Teravih’i Fatih Camii’nde kılmayı kararlaştırmıştım.

Avlunun Çarşamba semti girişinden kemerli kapısına doğru bakıyorum. Minarelerin şerefelerinden dökülen nurlu ışıklar beni cezp ediyor. Biraz önce iftar saatiyle başlayan hareketlilik yerini, sağlı sollu sıralanmış lokanta, kafeterya, pastane vb. yerlerde sakinliğe bırakmış. İnsanlar iftarlarını yapmışlar, çay kahve içiyor, sohbet ediyorlar. Bütün sokak adeta ışık seline bürünmüş. Belki İstanbul’un her yeri gibi bu semtte tarihinin en bol aydınlıklı devirlerini yaşıyor. Her taraf rengârenk… Hızlı adımlarla belki yer bulunmaz düşüncesiyle kemerli kapıdan avluya giriyorum. İster istemez yeni tanzim edilmiş geniş bahçeye göz atıyorum… Çimenlik alanlar, oturma bankları gayet hoş düzenlenmiş. Fatih Camii’ne yakışır bir çevre oluşturulmuş. Hala da cami civarının düzenlenmesi sürüyor. Kadın erkek ve çocuklarla cıvıl cıvıl dolu olması ortamı daha da güzelleştiriyor. Bu arada gözüm caminin giriş şadırvanına yakın asırlık çınarı arıyor. Heyhat! Yok olmuş. Hâlbuki koca çınar asırlarca dost karşılamalarına şahitlik etmiş. Gölgesinde aksakallı, genç, ihtiyar müminleri tanıdıklarıyla buluşturmuş. Muhabbetler, dostluklar kurulduğunu görmüş. Güzel koku tespih, takke, elif cüzü, misvak gibi İslam kültürünün kılcal damarları işlevinde hareketliliklere şahit olmuştu.

Caminin içerisine girince ilk gözüme çarpan Osmanlılar döneminde üzerine onlarca kandil asılan büyük çember avize oluyor. Şimdi bu büyük çembere, cam veya kristalden çok sayıda lambaların dizilmiş olması, tevhidhâneye sıralanmış zikir yapan dervişleri andırıyor. Yine selâtin camilere ait mihrabın iki yanına yerleştirilmiş tarihi dev mumların üzerinde lambalar var. Adeta mâbed nura gark olmuş. Cami dolmak üzere… İster istemez kubbeyi, kemerleri, mihrabı, minberi, kürsüyü, dört halife isimlerini(Erbabına yazdırılmamış), kubbe, kemer, hüsn-ü hat yazılarını temâşâ ediyorum.

Bilâl-i Habeşi’nin temsilcileri müezzin efendilerden birisi Eûzü-besmeleden sonra Fatih Camii’ne özgü ihlâs-ı şerife okuyor. Ve selavatla cemaati namaz kılmaya davet ediyor. Sünnetlerden sonra yine bir müezzin efendi İhlâs-ı şerife okuyor ve ardından kamet getiriyor. Ardından farz namaz başlıyor. İmam efendinin ruhu kuşatan, kubbeyi dolduran, gönüllere ferahlık veren Fatiha ve zammı sûreleri okuması insanı asr-ı saadete götürüyor. Kim bilir Efendimizin (asm) arkasında namaz kılmak nasıl bir âlemdi? Leb-i mübareklerinden dökülen ayetler nasıl vücudu delip kalplere taht kuruyordu. Onun (asm) sesi nasıldı? Cemaline bakmak mümkün müydü? Hele hele namazdan sonra yüzünü döndüğünde nurlu nazarları kimlere dokunurdu? Size de, bize de ulaşır mıydı?

Cumhur-u müezzinin teravihi başlatmak üzere hazırlanıyor. Bir başka müezzin efendi kalpleri ihtizaza getiren, titreten davûdî bir sesle yine İhlas-ı şerife okuyor. Mihrap duvarının on-on beş adım ötesinde makberinde olanca ihtişamıyla, tevazuu ve sükutuyla istirahata çekilmiş Büyük Hünkârı anıyor… “Ebu-l fetih Fatih Sultan Mehmed Gazi Han Hazretlerinin ruhuna Fatiha” diyor. Sonra cumhur-u müezzinin hep birlikte İsfahan makamında ruhları coşturan, gönlü yumuşatan, gözleri yaşartan bir salavat-ı şerifeyi ulu mabede yayıyorlar: “Allahümme salli alâ seyyidina ve nebiyyine Muhammed”. İmam Efendi tekbirden sonra Fatihayı şerife aynı makamda devam ediyor. Birinci dört rekattan sonra müezzin efendiler Sabâ makamında bir başka salavat-ı şerife ile cemaati başka iklimlere davet ediyorlar… İmam efendi ikinci dört rekat teravihi de aynı içli makamla sonlandırıyor. Üçüncü dört rekata da yine iki rekatta bir selam vermek ve ara selavatları getirmek sûretiyle Hüseynî makamıyla başlıyor. Bu makamı bilenler bilir… İnsanı başka ufuklarda, başka sahillerde dolaştırır. Arkasından Eviç makamıyla tertili bozmadan hoş nâmeler salarak dördüncü dört rekat da sona eriyor. Son beşinci dört rekata kalkarken Acemaşiran bütün mahmurluğu alıyor ve bırakın dünya kıt’alarını, sahillerini, dağ ve derelerini alıp tâ uhrevi alemleri temâşaya götürüyor.

İşte bu ruh, bu ufuk, bu lâhûtî zevk ancak ve ancak insanoğluna Hakkın bir lütfu olabilir. Bu lütfu da aldık Elhamdülillah…

Kur’an’ı Kerim’le ilgili iki tabir dikkat çekicidir. Birisi Kur’an’ı Kerimin ‘kıraat’ olunması diğeri ise ‘tilâvet’ olunmasıdır. Kıraat olunması harfleri mahrecinden çıkararak ve kelimeleri bozmadan, tertil üzere okumak sûretiyle mânâya vâkıf olmak anlamındadır. Tilavet olunması ise bu tarz okuyuşa ilaveten sesin güzelliğini de katarak sedalı, duygulu okunmasıdır. Bu tarza makamlı okuma da denilebilir ki her kavmin ses ve hançeresine ait bir okuyuş tarzı vardır. Cihanşümul bir kelâmın bu böyle okumaya kapalı olması düşünülemez. Bu okuyuşla dinleyenler kelâmullahın anlamını bilmese bile kalpleriyle alacaklarını alırlar inşallah.

Cami boşalıyor, insanlar yaratıcılarına şükranlarını, teşekkürlerini sunmanın huzuru içindeler. Kalplerini mugaddi gıdalarla doyurmak suretiyle tebessümlü yüzlerle huzur içinde fetihler ve fatihler babasının mabedinden fevc fevc, bölük bölük çıkıyorlar.

Cemaati müteakip Hünkârımız Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri mahfilinden çıkıyor. Nedimleri, müsahibleri yol açıyorlar. Avluya çıktığında cemaatin tümü, mağara gibi koca bir ağızdan çıkıyormuşçasına bir sesle: “Padişahım çok yaşa! Padişahım çok yaşa! Padişahım çok yaşa!” diye sesleniyorlar. Hünkârın yanından müsâhibi ayrılıyor ve avluya dizilmiş fakir-fukara, garib-gurebâya Sultanın ‘kiseyi humayundan’ kendi parasından kişer-üçer akçe avuçlarına bırakıyor. Hünkâr’ın fetih günü üzerinde tablolaştığı beyaz atı binek taşına yaklaştırılıyor. Hünkâr çevik bir hareketle atına bindi. Tebaasını elini sallayarak, tebessümle selamladı. Avludan atını mahmuzlayıp ayrıldı. Avludan çıkarken gözleri gayri ihtiyarı gökteki Ramazan hilaline takıldı. Geceyi birazcık aydınlatıyordu. Hilâl, sancak ve tuğlardaki hilallerden biraz daha dolgundu.

İlerde Reşadiye Oteli yapılacak sokağı geçerek torunlarının yaptıracağı Şehzâde Camii’nin yerine baktı. Az ilerde ilk sarayının bulunduğu Saray-ı Atik’in terk edilmiş siluetini gördü. Hemen ilerisinde oğlu Bayezıd’ın yaptıracağı caminin yerine nazar etti. Daha ilerde kendisi gibi hünkâr torunlarının türbelerinin önünden geçti. Biraz ilerde yine Sultanahmet torununun camisini selamlayarak atını sürdü. Sinan’ın “Bizans’ın ihtiyar Ayasofya’sının eline baston verdim” dediği, ileride yapılacak hayalindeki minarelere tebessümle bakarak Saray-ı Cedid’in, yeni sarayının loş aydınlıkla yıkanan avlusundan içeri girdi.

Okunma Sayısı: 3185
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı