29 Temmuz 2014, Salı
Siyah yedi ana renkten sadece birisi... Yedi renge kültürümüzde; “elvân-ı seb’a” ismi verilmiştir. Bu renkleri hızla çevirdiğimizde sadece siyah görünür. O halde siyah renklerin anasıdır diyebiliriz.
Bir renk tercihinde bulunmamız için elimize ana renklerin bulunduğu renk kartelâsı verilse ve yedi renkten birisi olan siyah bulunmasa noksanlığını hemen fark ederiz. Bütün renkleri bir arada gördüğümüz de ise, içimiz açılır, bir hoşluk hissederiz. Hele hele bu renkleri bazı mevsimlerde tabiatta sözleşmişçesine bir arada toplandıklarını gördüğümüz de ise; Allah’u Ekber, der çığlıklar atarız. O renkleri hayatında hiç görmemiş âmâ bir kardeşimiz hatırımıza geldiğinde, derinden bir ah çeker, keşke… deriz.
Günümüz ressamlarının, dekoratörlerinin, boyacılarının ellerinde yedi renkli kartelâları artık göremezsiniz. Meslek erbabı şimdi, yüzlerce hatta binlerce diyebileceğimiz renk tonu olan kartelâlar taşıyor. Çünkü günümüz tüketicilerinin sayılamayacak kadar farklı tonlarda zevkleri, tercihleri var.
Renklerin tamamı kendilerine âşık olan gözler için yaratılmıştır. “Gözler ise ruhumuzun bu dünyayı seyrettiği vücudumuzdaki pencereleridir.”1
Efendimiz (asm) cihada çıktığında siyah rengi “alem,” bayrak edinmiştir. Efendimizin (asm) tercihiyle siyah, İslâm şeriatını temsil eder. Osmanlı’da ilmiye sınıfını temsil eden Şeyhülislâmın (bugün de rektörün) cübbesi beyaz olduğu halde, şeriat hukukunu temsil eden “kadı”ların giydiği cübbenin rengi siyahtır. İmamların, (hatta günümüz hukukçularının çoğu bilmese veya reddetse bile) hâkimlerin cübbelerinin siyah oluşu da bu anlamı ifade eden bir semboldür.
“İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı,” ifadesindeki anlamı çağrıştırır mı bilmem ama bizler, günümüz insanları “tekâsür-çokluk”la fazlaca övünür olduk.2 Her şeyimizi çoğalttığımız gibi, kelimelere bile çoklukla, şaşırtan anlamlar yükledik.
Türkçemizdeki siyah sözcüğüne bir kelime daha ilâve ederek, biraz daha siyahlaştırmış, kara demişiz. Hatta zaman zaman kapkara, zifiri karanlık ifadelerini de kullanmışız. Siyahı iyice karartmakla yetinmeyip bir anlam daha yüklemişiz. Karayazı, kara adam, karalar bağlamış, kara vicdanlı gibi… Daha da ileri giderek bembeyaz karlarla kaplanmış tabiata bile bühtan etmiş, “karakış” diyerek işitene; ‘Pes doğrusu,’ dedirtmişiz.
İnsanoğlunun iç dünyası kararınca nasıl da karalama kampanyasına başlıyor. Derdini anlatmak için varlıkları, kelimeleri, hatta hemcinsi olan insanları bile ince bir ayarla, ustaca; telmihler, teşbihler, kinayeler kullanarak kendisini anlatmaya alet edebiliyor.
Daha düne kadar kara kömür kıymetli bir madendi. (Aslında ne yalan söyleyeyim kömüre maden denildiğini öğrendiğim küçük yaşlarda bir türlü mantığım kabul etmemişti. Daha sonraları zar-zor, kerhen aklıma sığıştırdım. Hani maden denilince aklımıza kıymetli taşlar gelir ya…) Evlerimizi ısıtarak bizlere doyulmaz, tadılmaz, sıcacık mutlu hayatlar veriyordu. Kara kömürle ısınan mekânlarda ne de güzel hayatlar yaşamıştık. Hatta hâlâ da yaşamıyor muyuz? Bu güzel hayatlar kömür ocaklarına felâketlerin geldiği güne kadar sürmüştü. İşte tam da o gün kara kömürün ocakları kararttığı, karalar giydirdiği, kara kurdelâlar taktırdığı kara yazıları açığa çıkarttığı gün odamızdaki kara kömürün sıcaklığı da gitti. Üç yüz civarında güzel insan; baba, kardeş, oğul, amca, dayı, dede, ağabey bu yalan dünyadan hakikî ve ebedi kalacakları dünyalarına bizden önce gittiler.
Onlar aileleriyle bir daha hiç sofraya oturamayacaklar, sohbet edemeyecekler, gezip-tozamayacaklar, kahvaltı yapamayacaklar. Ancak zaman zaman rüyalarında görüşebilecekler. Demek bu dünyanın bir rüyadan başka gerçekliliği yokmuş. Efendimizin (asm); ”İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar” sözü ne kadar da gerçekmiş. Artık o güzel insanlar hatıralarda yaşayacak dost ve yakınlarının rüyalarını süsleyecekler.
Ölüm karşısında bizleri teselli edecek tek desteğimiz ikinci bir dünyamızın var oluşudur. Bunu bize Fatiha Sûresinde; “mêliki yevmiddîn -din gününün sahibi” ifadesiyle Allah bildiriyor. “Din günü-ahiret günü” tabiri orijinal ve yalnız Kur’ân-ı Kerîm’e ait bir tabirdir. Bütün kütüphaneleri tarasanız, hiçbir kitapta bu tabire raslayamayız. Allah kendi iradesiyle nasıl bu dünyayı yaratmışsa, biz insanlara ahiret âlemini de o lütfetmiştir. Ölümleri, oluş şekillerini, sebeplerini enine boyuna tartışabiliriz, tartışabilirsiniz, ancak Mü’min olarak “kaderi” tartışamayız. Onun içerisinde insanın iradesiyle talep ettiği kısım, başkalarının iradesiyle müdahil olduğu kısımlar olduğu gibi, Allah’ın iradesiyle olan kısımları da vardır. İşte bunların tümüne “kader” diyoruz. Ancak insanları mağdur edenlerden hesap sorulmasının yanında, hiçbir insanın; kaderinin Allah’ın iradesiyle olan kısmından dolayı zararlı çıkmayacağı da kesindir. Bilakis mağduriyetinden dolayı ödüllendirileceğini Allah ve Resulü Efendimiz (asm), bir çok ayet ve hadislerinde bildiriyorlar. Kaza geçirenlere Allah’ın hükmî şehitlik makamı vermesi bu mükâfatlardan sadece birisi... Hiç, Allah bir kulunun kaderini kötü yazar da, aciz, zayıf, kendisine muhtaç bir kuluna karşı mahcup duruma düşer mi?
Her kulun kaderi, Cenneti kazandıracak programda yazılmıştır. Ancak kul iradesiyle tercihini yapar. Bu güzel kaderini nefsine uyarak, berbat bir şekilde sonlandırabilir. Allah da kulun tercihine saygı göstererek ona göre hükmeder. Bu durumda bile kul iyi niyetli idiyse Efendimizin (asm) şefaat etme yetkisi devreye girebilir ve kulun yine kurtulma ihtimali vardır. O halde asla “kötü kader, kara kader” diye bir şey yoktur. Bunlar cehalet göstergesi sözcüklerdir. Kaza ve belâlar karşısında mü’min kimsenin tavrı; “kadere evet, ihmale, tedbirsizliğe cinayete, cehalete hayır” olmalıdır. Zalimler elbette cezalarını görmeliler, görecekler de. Ama bu durumda kader asla suçlanamaz. Bunun yararı da yoktur. “Kadere itiraz eden başını örse vurur, kaderi tenkit etmek kırık kolla yumruk atmaya benzer.”3
Belâ ve musîbetler ne kadar büyük olursa olsun mü’min bir kul, kendisini bekleyen güzelliklere şüphesiz inanmalı, ona olan imanını asla sarsmamalı, gölgelendirmemeli. Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlikle) imtihan ederiz. (Ey Peygamber (asm) sabredenleri müjdele! (4)
Mü’min kimsenin işine şaşarım. Gerçekten onun bütün işleri hayırdır; kendisine bir iyilik isabet ederse verdiği nimetten dolayı Allah’a şükreder. İşte bu onun için hayır olur. Bir sıkıntı isabet ederse, buna karşı sabreder, bu da onun için bir hayır olur.”5
Sahi, şu dünyanın felâketleri karşısında, ikinci bir dünyamız olmasaydı biz ne yapardık? Şükür ki ceza var, şükür ki mükâfat var, şükür ki kavuşma var. Şükür ki Allah bize en büyük yâr…
Belâlar sel olsa yükselse âhım
Deryaları doldursa da günahım
Çare kulda değil sende Allah’ım
Dipnotlar:
1- Sözler.
2- Tekasür Sûresi.
3- Mektubat.
3- Bakara Sûresi âyet 155.
4- Hadis-Müsned: 4.332-333.
Okunma Sayısı: 1679
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.