"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Florya’da bir çevre faciası

Muhsin Duran
16 Temmuz 2012, Pazartesi
Yakacık Köyü’nde “Tokamın Hasan” lâkaplı fakir birisi vardı. Üç kişiden oluşan aile, dededen babadan kalma bir iki parça kırsal tarlaya ektikleri buğdayla, bir inek üzerinden geçimlerini temin ediyordu.

Yunus’un;
 “Şol başaklar yel esende / Yatar Yunus Yunus deyu”
dizelerini söylediği, sert esen İlkbahar rüzgârlarının ekinleri dalgalandırdığı günlerden bir gün:
“Güz mevsiminde kara sabanla ektiğim tarlaya bir bakayım, ekinler nasıl olmuş acaba?” diye ormana sınır olan tarlasını görmeye gitmişti. Uzaktan bakınca tarlanın içinde bir koyun sürüsü olduğunu fark etti. Telâşla yaklaştı ve çobana seslenerek sürüyü çıkarmasını söyledi. Çoban, zavallının sözünü dinlemediği gibi, fazla ısrar ederse kendisini dövmekle tehdit etmişti.
Hasan, bir şey yapamayacağını anlayınca gözyaşlarına boğuldu:
“Varım yoğum buradaki ekinimdi, şimdi ben kime gideyim?” dedi. Hiç düşünmeden gidilecek yeri de çalınacak kapıyı da tesbit etti.
Tarlanın kenarında üzeri düz, büyükçe bir kaya vardı. Kayanın üzerine çıktı ve ellerini mülkünün hakikî sahibi olan Allah’a, Dergâh-ı İlâhiye açtı. Kalbinden geçenleri Adil-i Mutlak olan Rabb’ine gözyaşlarıyla birlikte döktü.
Çoban zaliminin yaptığı bu zulmü daha fazla görmeye tahammül edemedi; köyün yolunu tutup üzgün üzgün evine döndü.
Henüz gözyaşları tükenmiş, kesilmişti ki; köyde bir telâş, bir koşuşturma görüldü. Durumu merak etti ve evinin önünden geçen birisine sordu:
“Nedir bu telâş hayrola?” Adam yanından hızla uzaklaşırken;
“Bekir ağanın çobanı tabancasını kurcalarken kendini vurmuş.” dedi.
Biraz evvel kendisini tehdit eden çobanın felâket haberiyle Hasan tekrar gözyaşlarına boğuldu:
“Ey Adil-i mutlak olan Allah’ım, demek benim sesimi duydun. Demek benim gibi acize, zavallıya lütufta bulundun, yardım ettin, cevap verdin” diyerek şükür secdesine kapandı.
***
Dünyanın çok uzak bir diyarında mülkü epeyce geniş bir kral varmış. Neredeyse dünyanın yarısına sahip bu kral bir gün hastalanmış. Bütün hekimler seferber olmuş, ama derdine çare bulamamışlar. Nihayet uzaklardaki bir hekime haber salınmış. O da gelmiş kralı muayene etmiş. Araştırmalarını yapmış. Hastalığın ne olduğunu ve derdini açıklamış:
“Kralımızın şu tür vitamine ihtiyacı var, o da yetişkin bir çocuğun şu organında bulunur. Kralımız onu yerse kurtulur, yoksa…” demiş.
Kral bu, kolay kolay ölmek ister mi?
Bilginlerini toplamış, bu fikri danışmış. Onlar da:
“Kralımız sizin yaşamanız için her şeyin yapılması uygundur” demişler.
Kral adamlarını yeryüzüne salmış. Şehir şehir, belde belde, köy köy dolaşmışlar.
Nihayet fakir bir ailenin çocuğunu almak için ana-babasını, para karşılığında razı etmişler. Kral bu işe sevinmiş, ama vicdanını da rahat ettirmek için, kurban olacak çocuğun rızasını almak istemiş. Çocuğu huzuruna çağırmış. Ona:
“Evlâdım bu işe sen razı mısın?” demiş.
Çocuk kralın bu sözüne katıla katıla gülmeye başlamış. Kral sinirlenmiş:
“Ciddî bir soruma niçin gülüyorsun be çocuk!” demiş. Çocuk:
“Kralım benim kurban edilmemi siz istemişsiniz. Bilginler fetva çıkarmışlar, annem babam da razı olmuş. Bana, bu sergilediğiniz trajedi karşısında ancak gülmek düşer” demiş.
Hikâyenin sonu nasıl bitiyor inanın bilmiyorum. Ama benim de bildiğim bir şeyler var.
***
Daha bir kaç ay öncesine kadar evimin balkonundan baktığımda Havalimanı, Florya, Basınköy, Menekşe sahili ve Avcılar önünde demirlemiş gemileri tamamen görebiliyordum. Bilhassa Florya, eskilerin sayfiye şehri, çiçekli-güllü bahçelerin arasında en fazla üç-dört katlı villaların, köşklerin, güzel evlerin bulunduğu bir yerdi. Bakıldığında insanın içini açardı. İnsana:
“Şehir işte böyle kurulmalı” dedirtiyordu.
Ancak, bu günlerde Florya’da bir şeyler oluyor.
Balkonumdan Florya’ya bakıyorum. Her baktığımda üzerine yeşil bir bulut gibi yayılmış olan Florya ormanı yok olmuş. Menekşe sahilinin siluetini oluşturan ağaçlarların, ladin çamlarının arasından yükselen zarif minare görünmezliğe bürünmüş.
Bilhassa Ramazan ve mübarek akşamlar yanan yeşil kandilleri, önceki akşam, Berat Gecesinde gözlerim ısrarla aramasına rağmen göremedim.
Bütün bu güzelliklere ne mi oldu?
İki mahallenin önüne, “Florya Koru Evleri ve Ekşinar Konakları” adı verilen konutlar yapıldı. Başka bir ifadeyle; 60 bin metrekarelik (sitelerinden aldığım bilgiye göre) bir alan sekiz katlı beton yığınıyla dolduruldu. “Berlin Duvarı”ndan onlarca kat büyüklükte bir duvar örüldü. Bu duvar öyle bir duvar ki, Küçükçekmece Yeşilova Mahallesiyle, Cennet Mahallesi’nin önünü tamamıyla kapattı. İki mahallenin de 70-80 yıllık görüntüsünü, manzarasını gece gündüz çalışılarak kısa sürede kapattılar. İki mahalleyi de âmâ yaptılar.
Üstelik bu duvarın, Berlin Duvarı gibi rejimlerin değişmesiyle yıkılması mümkün değil; çünkü yapanlar, yaptıkları işi çok büyük kâr ettikleri; satın alacak insanlar da kârlı bir yatırım yaptıklarını düşünerek “muhteşem”  buluyorlar.
Tamamı 60 bin (reklâm bilgilerine göre) metrekare üzerine kurulan, Onlarca bloktan oluşan 8 katlı beton yığını, hemen önündeki bahçe nizamlı, 3-4 katlı Florya evlerine tepeden bakıyor. Bloklar, bir şehir eşkıyası, bir şehir magandası gibi bağırıyor:
“Güç bendee!”
***
Allah aşkına!
Gece gündüz uyumadan döktüğünüz beton yığınları Florya’nın dokusuyla hiç uyum sağlıyor mu? Bir yanda bahçeler içerisinde 3-4 katlı evler, hemen arkasında ise 8 katlı heyulâ… “Nasıl kıydınız Florya’ya, nasıl kıydınız Yeşilova ve Cennet mahallelerine, niçin kapattınız güzelliklerimizi? 
***
Ey mimar yöneticimiz!
Siz, Florya’da oturuyorsunuz, Floryalısınız.
Florya’ya Yeşilova ve cennet mahallelerinden bir bakar mısınız?
Florya’yı sahiliyle, deniziyle birlikte niçin elimizden aldınız, bunu sizden hiç ummazdık.
Altmış bin metre karelik araziye Cennet gibi bir orman yapsaydınız da, şu fakir fukara bir nefes alsaydı. Yeşilova ve Cennet mahallesinde yaşayanlarla, yararlanacak olanlar, nesiller boyu size ve ecdadınıza ebediyete kadar duâlar etmez miydi? Böylesi size daha fazla yakışmaz mıydı?
Şimdi tam tersi duâ yapmayacaklarından ben de emin değilim.
İkamet ettiğiniz köşkten Florya’ya şöyle bir bakınız, sekiz katlı bir bina görebiliyor musunuz?
Bunlara ne diye imza attınız, nasıl cevaz verdiniz?
***

Demek; çocukları uyutmak için her gece anlattıkları Kafdağının arkasındaki görünmez dev gerçekmiş.
Bu dev benim güzel vatanımın zaman zaman şurasında burasında görülürmüş. Büyüklüğü hakkında muhtelif rivayetler varmış. Kimilerine göre geceleyin, bir köyün bir mahallenin pınarının başına gelir bir aylık suyunu içer, kimse uyanmadan Kafdağına gidermiş, mahalle, köy aylarca susuz kalırmış, orada kuraklık yaşanırmış. Kimilerine göre ise, denizi bile kuruturmuş.
Şimdilerde bu devin başka özelliklerini de rivayet ediyorlar; mahalleleri bir gecede âmâ yapıyor, sahilleri, ormanları bir gecede yutuyor, yok ediyormuş. Kocamanmış. Adını çok geç yaşlarda öğrendiğim bu devin Frenkçe bir adı varmış: “Rant.“
Onun, “gündüz külâhlı gece silâhlı” bir yığın arkadaşı da varmış. Devirlere göre ona “Rant Efendi,” “Mösyö Rant,” “Bay Rant” (Bugünkü elit kesimin jargonunda belki başka isimleri de vardır, onları bilemiyorum.) diye seslenirlermiş.
Bu dev, aylardan beri geceleri bu civarlarda dolaşıyormuş. Nihayet bir gece geldiği yerde yorgunluktan uyuya kalmış. Ertesi gün; “Florya koru evleri-Florya Ekşinar konakları” diye görülmüş.
Bana inanmazsanız, yolunuz Florya’ya düştüğünde, Yeşilova ve Cennet mahallelerinden bakarsanız o devi mutlaka siz de görürsünüz.
***
Eyvah Florya! Eyvah Basınköy tepesinden denizi seyrederken mübarek gecelerde bir kaç ladin çamı arasından kandillerini sarkıtan minarem. Bu kandil gecesinde, bu Ramazan ayında aramıza İstanbul efsanelerinin yeni versiyonu, “dev”, “Sayın Bay Rant Hazretleri” girdi. Seni artık göremeyeceğim.
Ben yine de her akşam senden tarafa, sahile bakacağım; o devi gözlerimle deleceğim. Hayalimde, senin üç-beş ay önceki gördüğüm zarif endamını tamamlayacağım. Bundan sonraki Ramazanlarda yeşil kandillerini gözlerimi kapatarak seyredeceğim.
***
Modernitenin yazılı ve yazısız yasaları gereği, benden daha çok özgür ve ihlâslı olan Yakacıklı Hasan gibi bir taşın üzerine oturup o projeye izin verene, imza atana, inşa edene, küçük bir bedduâ etme hakkım olmadığı gibi, Kralın şifa bulması için çocuğun öldürülmesine razı olan çağlar öncesi rantçılığının mucitlerine, rantçılığa boyun eğmiş üç beş “yetkisiz”e acıtıcı bir söz söylemeye de hakkım yok.
Demek Bediüzzaman Hazretlerinin, “Eûzübillâhimineşşeytâni vessiyâseh” (Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım) sözünün böyle bir tefsiri de varmış.
Bazı gerçekleri insan bu yaşa gelince anlarmış.
“Veminelgarâib”.

Okunma Sayısı: 1710
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı