"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Devlet, dinî cemaat ve tarikatlardan neden çekiniyor?

Şükrü BULUT
30 Eylül 2019, Pazartesi
Başlığımızı, malûmu i’lam sadedinde anlayanlara da eyvallah! diyoruz.

Siyaset ve idarenin âlimlerden, tarikatlardan ve dinî cemaatlerden çekinmesi veya korkması elbette insanlığın sosyolojik tarihi kadar eskilere dayanır. Hulefa-yı Raşidin’den sonra, idarelerin Dört İmam’a çektirdikleri zulümler bu korkudan kaynaklandığı gibi, nice ulema ve meşayihin siyasetin zulmüne maruz kalışları da bu yüzdendir. Haklı tarafları var mı bu korkunun derseniz; istibdatta bu korkuya “tedbir“ de denilebilir. Zira tarih boyunca dinin siyasete, dünya mansıp-menfaatlerine ve batıl inançlara alet edildiğini de unutmamamız gerekiyor. Burada bilhassa Şianın takiyye usûlü ile müteaddit defalar siyasetle idareyi ele geçirme teşebbüsleri ve zaman zaman başarılı da olması, tarih boyunca İdarecilerde tarikata karşı bu tür reflekslerin gelişmesine yol açmış. (Şeyh İsmail-i Hıtaî ve diğer İsmailî’lerin yaptıkları.) Haricîlerin devamı sayılan Selefilerde de başka üslûplarda bu kalkışma zaman zaman devam etmiş.

Ancak, siyaset ve idareye talip olmadığını “iki buçuk mürid” mantığıyla ispat eden Hacı Bayram-ı Veliler ile gaza uğruna yollara düşmüş Malatyalı Niyazî-i Mısrîler de bu yanlış korkunun neticesinde gadre uğramışlar. Belki de “iki buçuk mürid” hikâyesi, iftiralarla tehlikeye sokulmak istenen tarikatlarımız için bir kurtuluş yoludur.

Tarikatların usûlü de önemlidir. Bektaşilik, Kadirilik, Şazelilik gibi kimlikleri açık olanlar daha çok siyasetin baskısını gördüklerinden, bilmecburiye idare ve saltanat merkezlerinden uzak yerlerde yaşamaya çalışmışlar. Mevleviliği, Nakşiliği veya Melamiliği daha az tehlikeli gören idare ve siyasetin de kendisine göre gerekçeleri vardı. Sultan ve emirlerin, mütemadiyen şöhretşiar ulema ve tarikat şeyhlerini gözetim ve denetim altında tutmalarının kendi içindeki çarpık mantığını anlamaya çalışırken, bu sıkıntılı labirentlerden kurtulmanın biricik yolunun hürriyet ve şeffaflık olduğunu da biliyoruz. Buraya kadar anlattığımız hususlar, istibdat rejimlerinde cereyan eden vakıalarla ilgili.

Bilhassa Kemalizm merkezli siyasetle İslâm ülkelerini idare etmeye çalışan rejimlerdeki dinî cemaat veya tarikat meseleleri öncesi ve sonrasıyla müstakil ele alınmalıdır. 

Kemalistler kendilerinden önceki padişah ve sultanları müstebit ve diktatör kabul ederler, ama Kemalizm ve türevleri de “mutlak müstebit ve zalim” olarak tarihe geçmişler… Meşrû ve açık hanedana mensup padişah veya emirler cemaat ve tarikatları gözetim altında tutarken, Kemalizm bütün bunların hayatına son veriyor kendisince… Yerine de, bid’a ve zulümlerine fetvacı bir müessese kuruyor. (Günümüz Diyanet İşleri Başkanlığı’nı bundan tenzih ederiz.) İstiklâl Mahkemeleri’nde olduğu “muhakeme ve yargılama” infazdan çok sonra yapılıyor. Önce infaz, sonra yargılama! Bu dönemde idare ve siyasetten izin almanın, onlara teslim olarak birlikte çalışma şartına bağlı olduğunu söylememize gerek var mı? 

Demokratlar 1950’de seçimlere girdiklerinde, o güne kadar göz yumulan tarikat şeyhlerinin Halk Partisi’ne rey verdiğini birçok hatırada okuyoruz. Demokratik dönemin başladığından habersiz şeyh Halk Partisi’ne rey vermeyecekti de ne yapacaktı, diyenlerin sayısı çoktu geçmişte. Günümüzde de hem tehlikenin ne zaman ve nereden geleceğini kestiremeyen, aynı zamanda devletin maddî-manevî yardımlarından uzak kalmayı istemeyip aynı tercihi yapan şeyhlerin sayıları hatırı sayılır düzeydedir.

Demokratlar da bazı Seyyid bilinen ileri gelenlerle şeyhleri milletvekili yapmışlar. Bunun demokrasiye giden yolda, bazı mahzurlarına rağmen faydalı olduğunu araştırmacılar söylüyorlar. Henüz ferdiyet geleneğinden kurtulamamış Şark temsil edilme şansını buluyordu meclislerde…

Hem Asr-ı Saadet uygulamaları ve hem de doğru demokrasilerdeki adaletli ve şeffaf prensipler, idarenin bu gibi şeylerden etkilenmeyeceğini ortaya koyuyor. Her ferdin hür olduğu bir toplumda, bir şeyh veya dinî lider gelse de, kimseyi doğru sebatından alıkoyamaz. Bediüzzaman’ın mahkeme müdafaalarını ve bilhassa 16. Mektup Risalesi’ni bir de bu adeseden incelemek gerekir.

Tarikatın geleneksel yapısındaki (şura veya demokrasi ile entegre edilmemiş halini) çok iyi bilen İslâm düşmanları, Said Nursî’yi tarikat karesine hapsetmeye çalışıyorlar. Hem kendileri ve hem de talebeleri bu iddiaya sessiz kalsalar, onları hem mağlûp ve hem de mahkûm edeceklerdi. İşin garibi, mahkemelerde mütemadiyen ”Nakşilik” ittihamı ile sıkıştırmaya yeltenmeleri… Yani “Said Nursî sessiz- sedasız devleti ele geçiriyor” vehmini herkese telkin eden din düşmanlarına Bediüzzaman’ın verdiği cevaplara, günümüz tarikat ehli ve dinî cemaat mensuplarının şiddetli ihtiyacı ortadadır.

Hem tarikatların ve hem de cemaatlerin rahatça çalışabileceği ortamın demokrasi olduğunu, Amerika, İngiltere ve Almanya gibi ülkelerdeki dindaşlarımızın organizeli çalışmaları gösteriyor. Almanya’nın en küçük kasabasından metropollerine kadar Müslümanların teşkilâtlandığını Almanya devleti biliyor. Kendi emniyeti açısından söz konusu dernek, cemaat ve çatı organizelerinin adım adım takip edildiği istihbaratları da saklanmıyor.

11 Eylül ve Arap Baharı felâketlerinden sonra; daha bilimsel ve sıkı bir çalışmaya gittiklerini, önceden olduğu gibi İslâm ülkelerinden finansal desteklere göz yumulmadığını medyalarından okuyoruz. Daha doğrusu AB ülkeleri bundan böyle dini cemaat ve tarikatlarımızdan demokratikleşmelerini ve demokrasinin bütün prensiplerine riayeti isteyecektir.

Şu hakikati ifade ile, mevzuyu önümüzdeki yazılarla tamamlamaya çalışalım: Gerek cemaatler ve gerekse tarikatlar, hem Avrupa’da ve hem de Asya’da Kur’ân’a ve İslâm’a sıkıntısızca hizmet etmek istiyorlarsa, öncelikli olarak müntesiplerine “doğru demokrasiyi” ders vermek zorundadırlar.

Okunma Sayısı: 3080
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali Tam

    30.9.2019 14:13:00

    1)Din ve Devlet konusu Dinin yani Kilisenin enstütü yapisindan ve idareye bile karisan hiyerarsisinden ötürü eski kita AVRUPA da devamli devlete rakip ve düsman gözüyle bakilmis, zira Hristiyanligin hiyerarsik lideri PAPA emir komuta kadamesinde KRALLARIN, IMPARATORLARIN üstünde bir NÜFUZA sahip idi. PAPA haydin HACLI SEFERINE deyince akan sular durur AVRUPA KUDÜSE yol alirdi. 1789 Fransiz Ihtilalinden sonra Kilise enstütüsü hiyerarsik yapisiyla Devletten ayrildi. Kilisenin kanun koyuculugu ancak kilisede gecerli kaldi.

  • Ali Tam

    30.9.2019 14:12:30

    2)Islam'da Kilise'nin naziresi benzeri; enstütü yapisi örnegin CAMI ve hiyerarsik yapi YOKTUR, dolayisiyla MANTIKEN olmayan cetrifilli bir birlikteligin ayrilmasi da sözkonusu OLAMAZ. Kimileri cikmis biz de Fransizlari taklit edelim ISLAM DINININ ENSTÜTÜ ve HIYERARSISI olmadigi halde MUHALI insaa etmeye kalkip bir LAIKLIK uyduralim demis.

  • Ali Tam

    30.9.2019 14:12:10

    3)Ama OLMUYOR LAIKLIGIN CILDI ISLAM VÜCUDUNA NAKLEDILEMIYOR. Bu OLMAYINCA KORKU VE DEHSET bu HÜLYAYI, RÜYAYI KABUSU kurgulayanlarin olmustur. ISLAM DININDEN ancak IBLIS ve onun KANDIRDIKLARI korkar! Allah'tan korkanlar ISLAMIN SINESINE siginir! YÜCE ISLAM DININI suiistimal etmeye kalkan sarlatanlar, iblis ruhlu MÜNAFIKLAR ve KAFIRLERin EYLEMLERI her daim TEHLIKEDIR IKINCI AVRUPANIN SENARYOSU ve UZAKTAN KOMANDOSUYLA isleyen mariyonetleri/kuklalaridir. Bunlar zaten mevzumuz disindadir.

  • zeliha

    30.9.2019 12:15:32

    Üstadın siyaset alanında da müceddidliği böylece daha iyi anlaşılmış oluyor, demokrasi her şeyin önünün açıyor. Hak hukuk için bu kadar mahkeme safahatları bunun delili gerçekten. Hukuk profesörü gibi savunmaları bizimde demokrasi dersimiz olmuyor mu aslında.Temsilciliğin bile demokraside anlam kazandığı bir zamandayız.Çok akıcı ve açık ifadeleriniz konuyu daha iyi anlamamıza yardım etti. cok önemli bir konu. Allah razı olsun

  • Niyazi N.

    30.9.2019 01:10:52

    Risale-i Nur’un siyasi ve içtimai prensiplerinden bihaber ya da bunlara kayıtsız kalmaları, günümüz tarikat ve dini cemaatlere ne kadar pahalıya mal olduğunu ve olacağını zaman maalesef göstermiş ve göstermeye devam edecektir. Şeffaflık, şahs-ı maneviye dayanma, hür ve hakiki demokratlık, istiğna ... mühim esasları oluşturmakta. Daha fazla gecikmeden Nur hakikatleriyle buluşabilmelerini ümit edelim.

  • Sultan selim

    30.9.2019 00:52:17

    Zîrâ sizin şu vahşetengiz, cehâletperver husumetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret edemez. Eğer siz tenbel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tenbellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz. Zîrâ sizinle İstanbul arasındaki mesâfe bir aylıktır; fakat sizinle ehl-i meşrûtiyet arasındaki mesâfe bin aydan fazladır. Zîrâ eski zamanın adamlarına benzersiniz. O nâzik meşrûtiyet, İstanbul havâlisindeki yılanlardan kurtulsa, şu uzun mesâfeden geçmekle, cehâlet gibi müthiş bataklığı, fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husûmet gibi gâyet keyşer dağları katetmekle beraber, eşkiyaya rast geçecektir.

  • Ahmet Said

    30.9.2019 00:09:36

    Geçmiş ile bu günümüzü dini cemaatler konusunda harmanlayan bu yazı serisinin devamı inşallah hayırlı olacak. Avrupada olmanız , olaya demokratik bakmanızı kolaylaştırıyor. Aynı zamanda dini cemaatlere de ışık tutuyor düşüncesindeyim. Devamını istiyoruz.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı