İnsanlık tarihi, medeniyetin peygamberlerde ve onlara tabi olanların ellerinde olduğunu gösteriyor.
Üretimin de söz konusu medeniyetlerin birer parçası olduğunu aynı tarihten öğreniyoruz. Dinsiz Batı felsefesinin zihinleri ifsat ve müşevveş bıraktığı zamanımızda, yanlışlıkla bazen “üreten medeniyetimiz” ile global hakim cereyanları karıştırıyoruz. Semavî dinlere ve onların getirdiği “insanî değerlere” itiraz eden bu dinsizlik cereyanlarının buluşlarla, icatlarla, teknolojik gelişme ve üretim ile alâkaları olmadıklarını da unutuyoruz. Onların zulüm, siyasî hile ve entrikalarla ellerine geçirdikleri belli bir sermaye ile üretime müdahale ettiklerini çoğu kez düşünemiyoruz. kontrollerindeki kapital ile insanlığın tüm ihtiyaçlarını “TEKELLERİNE” almak ve arzuladıkları hegemonyaya buradan ulaşmak istediklerini nazarda tutabilseydik, insanlık olarak karşı tedbirlere başvurur ve modern hipnozlarla iğfal edilmiş kitleleri uyandırmaya, yeterince gayreti gösterebilirdik. Buradaki zihni ve fikri kopuşları, farklı bir yere kaydetmemiz lâzım.
Çoktandır, Silikon Vadisi zenginlerinin toprağa ve ziraata ilgilerini medyadan okuyoruz. Dünyamızın dört bir köşesindeki elverişli arazileri, millî devletlerin ihanet içindeki idarecilerine rüşvetler vererek gasp ettikleri de internet medyasında yazılıp-çiziliyor… Maalesef biz, halâ tehlikeyi önemsemeyerek uyumayı tercih ediyoruz. Türkiye’mizi parsel parsel satmak isteyenlerin bizden gizledikleri alış verişleri faş edenleri; PKK sempatizanı ve Fetullahçılıkla suçluyoruz, değil mi?
Dünyamız açlık endişesiyle hububatın peşinden koşarken, Karun’un temsilcisi o malum dinsiz zenginler, yapay etten bahsediyorlar. Hayvan yem sanayilerini tekeline almış ve PKK silahıyla Anadolu yaylalarındaki milyonlarca büyük-küçükbaş hayvanı ortadan kaldırdıklarını da devletimiz yeni görüyor, modunda… Dinlerini siyasete alet edenlerin, 12 Eylülcülerin himmetiyle şehir varoşlarında bedavaya dağıttığı arsalarla, Anadolu köylülerini şehre toplayan kendileri değilmiş gibi görünüyorlar… Ve sonra, kümes hayvanları zincirini de ellerine geçirmek üzere “kuş gripleri” seanslarını başlatmışlardı. AVM’lerle başlayan “TE- KELCİLİK ZİNZİRİNE” Amerika ve Avrupa’daki malum sermayedarların büyük bankalarıyla yapılan dizayn ve desteği görmemezlikten -hamiyetperver yazarların tüm ikazlarına rağmen- geldiğimizi de unutmuyoruz. Türkiye’mizde iki yüzün üzerinde iktisat ve işletme fakülteleri ve oralarda ilim yapan binlerce akademisyenimizden bahsediyorlar, araştırmacılarımız. Hadiselerin bu trajik ve millete ihanet eden cephesine işaret eden kaç makale veya kitap olduğunu hakikaten merak ediyoruz.
Dikkat ederseniz, “TÜKETİMDEN” hiç bahsetmiyoruz. Zira bu kelimenin lügatçesi, manasının menfiliğini zaten ortaya koyuyor. Dedelerimiz Tüketimi İSTİHLÂK ile ifade etmişler. Tüketiciyi de “MÜSTEHLİK” kelimesiyle hoşlanılmayacak şekilde anmışlar. Günümüzün semavi dinleri dinlemeyen medeniyeti, tüketiciyi veya tüketimi kutsayacak seviyede ileriye çıkardığını bildiğimizdendir ki, üretimi esas alıyoruz. İnsanlığa barışı, medeniyeti ve hürriyeti vadeden Avrupa Medeniyetindeki materyalistlere arkasını dönen Bediüzzaman’ın bu husustaki tespitleri, mevzuyu daha güzel anlamamıza yardımcı olacaktır, kanaatindeyiz.
“Medeniyet-i hâzıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına, hatâları, zararları, faydalarına râcih geldi.” dedikten sonra; “İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet; ve sa’y ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi.” ifadesini kullanıyor. Ve talebelerine gönderdiği bu çok önemli mektubunun devamında ise; “TÜKETİM CANAVARININ” bu medeniyetçe nasıl ortaya çıkarıldığını izah ediyor.
“Bedevîlikte beşer üç dört şeye muhtaç oluyordu. O üç dört hâcâtını tedarik etmeyen, on adette ancak ikisiydi. Şimdiki garp medeniyet-i zâlime-i hâzırası, su-i istimâlât ve israfat ve hevesatı tehyiç ve havâic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle, şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcâtı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir; on sekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek, bu medeniyet-i hâzıra insanı çok fakir ediyor.” (Emirdağ Lâhikası, s.334)
Müstebit zalim diktatörden “ADALET” beklenir mi? Hayatın merkezine maddeyi koyup insanı maddi gören anlayıştan medeniyet beklenmeyeceği gibi… Yaratıcıyı tanımayan materyalizmden de iyilik, icad, fayda, insani değer ve güzel ahlâk beklenemez. Üretimin önemine vurgu yapmadan önce, Allah’a imanı ve güzel ahlâkı konuşmamız daha mantıklı olacaktı. Kâinata, dünyaya ve yaratılan her şeye Allah’ın sanatı ve onlarla kendisini yaratılış cihetiyle kardeş görmeyen insanın gözünde her şey değersiz ve kıymetsiz olur. Belki de kıymet ölçüsü, yalnızca kendi nefsine olan faydasıdır. Bu inanç ve anlayışta olan bir insandan üretim, fayda, güzellik, hürmet, sevgi, yardımlaşma veya paylaşma beklenemeyeceğinden, global dinsiz zalimlere karşı bizim İMANDAN başlamamız gerekiyor. Ve imanın gereği olarak da çalışmak, ölçülü olmak, muktesit davranmak ve yeryüzünün halifesi olma duygusuyla çevresindekilerle ilgilenmek lâzım değil mi?
İçinden geçtiğimiz şu badireli zamanda, global sermayedarların, insanlığı ukalaca nasıl tehdit ettiklerini medyadan okuyoruz. Adeta İlâhlıklarını ilân etmeye yelteniyorlar ve insanlığı, hayatları ve rızıklarıyla tehdit ediyorlar. Dünyamızı bekçisiz zannederek ülkemiz de dâhil olmak üzere, bu global teröristler rahatça aramızda dolaşıyorlar. Bir dane-i hakikatin binlerce hayâlleri ve yalanları bir çırpıda yok edeceğini de hesaba katmıyorlar. Biz inanalar ve bilhassa Müslümanlar; Rabbimizin verdiği imkân ve nimetlerle bu hakikatleri, onların da duyabileceği ve dünya efkâr-ı ammesinin öğrenebileceği inşaallah yedi kıt’aya anlatmaya devam edeceğiz… Ve onlar, insanlığa hâkim olduklarını zannederlerken; yalan, hile, çirkinlik, insaniyet düşmanlığı ve sahtekârlıktan meydana gelen bütün mahiyetleriyle ifşa olunacaklar…